Sweden, Turkey, Syria

Yirmi yıllık kin: Bir "savaş suçu" hikayesi

Bir IŞİD infazı. Avrupa vizesi vaatleri. Çelişkili ifadeler. İsveç’te çuvallayan bir evrensel yargı davası. The Black Sea, Uluslararası Adalet ve Hesap Verebilirlik Komisyonu’nun (CIJA) savaş suçları kovuşturmalarındaki yükselişini ve rolünü araştırıyor.

By Craig Shaw, Daham Alasaad, Cemre Demircioğlu
23 November 2024

İsveç'in Ronneby kentinde karanlık ve soğuk bir Mart sabahıydı, güneşin doğmasına hâlâ bir saat vardı. Walid, şafak sökmeden önce uyandı. Giyindi, stüdyo dairesinden çıktı ve sabah namazını kılmak için camiye yürüdü. Bu on dakikalık yürüyüşü her gün keyifle yapıyordu.

Bir oto çekici şirketi sahibi olan 50 yaşındaki Walid al-Zaytun, o sabah 6’da evine dönmüş huzur içinde uyuyordu ki polis kapıyı kırarak içeri girdi. Evin karanlığında Walid’i yatağından çekip duvara yapıştırdılar, uyguladıkları şiddet yüzünden bir dişi kırıldı. Bilgisayarını, telefonunun şifresini ve arabasının anahtarlarını aldılar. Bir polis Walid’i yere itip diziyle sırtına bastırdı; Walid bu sırt yaralanması yüzden ameliyat olmak zorunda kalacaktı. Aynı polis memuru bir yandan Walid'in yüzünün fotoğrafını çekmeye çalışıyordu: günün hatırası bir kare.

“Bir rüyada gibiydim” diyor Walid. “İçerisi tamamen karanlıktı ve polisler bağırıyordu. Simsiyah giyinmişlerdi, maske takıyorlardı. Ne olduğunu anlayamıyordum.”

Kelepçelenip gözleri bağlanan Walid, Karlskrona’daki karakola götürülerek yaklaşık on yıl önce memleketi Suriye’de savaş suçu işlemekle suçlandı.

Aynı günün – 21 Mart 2023 – sabah saatlerinde biri Belçika’da, diğeri Almanya’da iki Suriyeli göçmen daha tutuklandı: Eid Muhameed ve Mustafa Marastawi. Bu uluslararası polis operasyonu, IŞİD’in Mayıs 2015’te Suriye’de bir çöl kasabası olan Al-Sawana’da gerçekleştirdiği bir infazla ilgili yıllarca süren soruşturmanın sonucuydu.

İsveç Uluslararası ve Organize Suçlar Ulusal Biriminde görev yapan Kıdemli Bölge Savcısı Reena Devgun operasyonla ilgili şöyle demişti: “İddianame Suriye’deki savaş sırasında işlenen çok ciddi suçları içeriyor. Soruşturma zorlu bir süreçti ve kapsamlı olarak yürütüldü. Birçok farklı ülkede sorgulamalar yapıldı.”

Ortada Avrupa'da işlenmiş herhangi bir suç yoktu. Bu üç kişinin tutuklanmasına, yetkililere kendi ülkelerinde işlenmemiş de olsa savaş suçlarını yargılayabilme yolunu açan 'evrensel yargı yetkisi' ilkesi dayanak sağlamıştı. Savcı Devgun, Walid’in 24 yıl hapis cezasına çarptırılmasını ve sınır dışı edilmesini talep etti.

Avrupa’da yargılanan Suriyeli savaş suçlularının sayısı gün geçtikçe artıyor. Walid’in davasını dikkat çekici kılan ise aleyhindeki delilleri toplayanların polis olmayışı. Davayı oluşturacak delilleri toplayanlar, CIJA (Commission for International Justice and Accountability/Uluslararası Adalet ve Hesap Verebilirlik Komisyonu) adlı, Suriyelilerin insan haklarını savunma konusunda saygın bir organizasyon olarak isim yapmış Avrupalı bir sivil toplum örgütünde çalışan sivil araştırmacılar.

CIJA 2020 yılında delil toplamaya başladığında ekibin başında bir kişi vardı. New Yorker dergisinin 2023 Eylül sayısında çalışmalarından övgüyle bahsedilen, CIJA’nın Suriye soruşturmaları başkan yardımcısı Suriyeli avukat Mustafa ‘Homs’. Mustafa, Walid tutuklanmadan bir ay önce, Şubat 2023 Hatay depreminde hayatını kaybetti.

New Yorker, “Mustafa, Suriye’nin orta kesimindeki bir çöl köyünde aktif olan ve şimdi Batı Avrupa’ya dağılmış üç Suriyeli IŞİD üyesine karşı tanık bulup ifadelerini toplamıştı” diye yazdı. “Üç adam da onun ölümünden sonra tutuklandı.”

Bir ay süren duruşmaların ardından İsveç mahkemesi Mayıs ayı başında Walid al-Zaytun’u tüm suçlardan beraat ettirdi. Hâkimler verdikleri kararda savcılığın suçu kanıtlamayı başaramadığı belirtti. Kararda ayrıca, CIJA’nın bulduğu tanıkların soruşturma sürecinde “birçok önemli konuda” ifadelerini değiştirdikleri ve “bilerek yanlış bilgi vermiş olabileceklerine” dair ciddi endişeler oluştuğu dile getirildi.

Kararına bakılacak olursa, tüm davanın üzerine inşa edildiği CIJA dosyasının esasen bir kıymeti yoktu: Dosya “son derece sınırlı bir ispat değeri taşıyordu” ve “bir mahkumiyet sebebi olarak kullanılamazdı.”

The Black Sea olarak davayla ilgili binlerce sayfa belgeyi inceledik ve Walid de dâhil olmak üzere tanıklarla görüştük. CIJA’nın delillerinin bir mahkeme salonuna kadar ulaşabilmiş olması Suriye savaş suçları kovuşturmalarının temelindeki eksikliğin altını çiziyor. Delillerin bütün dayanağı, daha en başından çok açık şekilde ciddi tutarsızlıklar içeren birkaç tanık ifadesi. Daha da rahatsız edici olan ise, milyonlarca euroluk devlet fonlarıyla desteklenen CIJA’nın ve araştırmacılarının tanık ifadelerine müdahale ettiği ve tanıklara ifade vermeleri karşılığında Avrupa ülkelerine vize teklif ettiği yönündeki iddialar.

Walid al-Zaytun, Eid Muhameed ve Mustafa Marastawi’nin başından geçen soruşturma, tutuklanma ve yargılanma süreci bir yandan da bildiğimiz hukuki uygulamaların kıyılarında dolaşan muğlak bir dünyaya ışık tutuyor: milyonlarca euro değerindeki savaş suçları soruşturma endüstrisi.

CIJA, Birleşmiş Milletler tarafından Suriye’deki savaş suçlarının delillerini kataloglayıp korumak ve dünya genelindeki adli süreçlere destek vermek üzere 2016 yılında yetkilendirilmiş Uluslararası, Tarafsız ve Bağımsız Mekanizma (IIIM) ile birlikte çalışan birkaç Avrupalı STK’dan biri. ‘Evrensel yargı yetkisi’, adalet arayan mağdurlara bu yolda hukuki açıdan fayda sağlayabiliyor. Ancak son zamanlarda bu soruşturmaları alışıldık şekilde polis ve savcılar yürütmüyor, onlar kadar denetlemeye tabi olmayan ve hesap verme sorumluluğu taşımayan CIJA gibi üçüncü taraf özel kuruluşlardan bir nevi taşeron hizmeti alınıyor.

İsveç’te mahkeme karşısına çıkana kadar bir yıldan fazla tutuklu kalan Walid, davanın eski bir iş arkadaşı olan ve birçoklarının Esad rejimi yanlısı olmakla itham ettiği Ayoub Mohammed al-Shafi al-Asaad isimli tek bir kişinin garezinden kaynaklandığını iddia ediyor. Walid’e göre, yıllardır beslenen bu nefretin temelinde ailesinin uygun görmeyerek geri çevirdiği bir evlilik teklifi yatıyor.

Kendisi de bir başka Suriye savaş suçları davasında tanıklık yapan saygın insan hakları avukatı Suriyeli Anwar al-Bunni davayı inceledikten sonra The Black Sea’ye durumu şöyle özetledi: “En baştan bana sorulsaydı, bu davanın asla bir mahkumiyetle sonuçlanamayacağını söylerdim.”

CIJA’YA GÖRE OLAYLAR NASIL GELİŞTİ

crime

Al-Sawana'da gerçekleşen söz konusu IŞİD infazı

CIJA’nın tanıklarının anlattığı karmaşık şekliyle suça konu olan olayları masaya yatırmak pek kolay değil. Ancak davadaki belgelerden elde edilen genel anlatı şu şekilde:

Walid al-Zaytun, savaştan kaçıp İsveç’e göçmeden önce, antik Palmira şehrine yakın küçük bir çöl kasabası olan Al-Sawana’da bulunan fosfat madeninde uzun yıllar boyunca önce muhasebeci, daha sonra yakıt hizmetleri müdürü olarak görev yaptı. Maden, bölgenin ana geçim kapısı durumundaydı. Yargılanan üç sanıktan ikisi ve tanıkların birçoğu madende çalışmıştı. Kasaba halkının çoğunun bir şekilde madenle bağlantısı vardı.

2015 yılının 20 Mayıs akşamı IŞİD Al-Sawana’yı tek bir kurşun dahi atmadan ele geçirdi. Yeni rejime göre en küçük suçların bile cezası kırbaçtı. IŞİD infazlarını herkesin görmesi için kasabaya büyük bir ekran kuruldu.

IŞİD’in bu ilk günlerdeki önceliği, Suriye’deki sivil ayaklanma sırasında muhalefeti kontrol altına almak amacıyla 2012’de kurulan Esad yanlısı gönüllü milis Baas Tugayı üyelerini yakalayıp silahlarını toplamak oldu. Maden çalışanı bir tugay üyesi, tüfeğini alarak Al-Sawana’dan kaçtı ancak yakalanarak IŞİD’e ait derme çatma bir hapishanede sorguya alındı. CIJA’nın raporuna göre, burada Walid tarafından işkenceye maruz kaldı ve ölümle tehdit edildi.

CIJA’ya göre Walid, diğer iki sanığın da dâhil olduğu bir grup Al-Sawanalı erkekle beraber, IŞİD’in kasabayı ele geçirmesiyle birlikte harekete geçen bir IŞİD uyuyan hücresinin üyesiydi. Kalaşnikov tüfek taşıyan Walid, şehirde devriye geziyor ve IŞİD’i tugay üyeleri ve rejim yanlılarının evlerine götürüyordu.

İşgalden yaklaşık bir hafta sonra IŞİD, kasaba halkına caminin yakınlarındaki Suweis Meydanı’nda toplanmalarını emretti. Walid al-Zaytun, Mustafa Marastawi ve Eid Muhameed, yanlarında Daham al-Battman ve Basel Marastawi isimli diğer iki kişi ile birlikte, Özgür Suriye Ordusu’nun bir kolu olarak faaliyet gösteren İslamcı grup Ceyş-ül İslam üyesi iki tutsağı meydana getirdi.

Elleri ve gözleri bağlı olan tutsaklar Suudi IŞİD üyesi Ebu Rami Al Shari’nin karşısına çıkarıldı. Al Shari iki adamı “mürted” ilan etti ve IŞİD’e katılmadıkları takdirde infaz edileceklerini söyledi. Tutsakların olumsuz cevabının ardından Al Shari elini kaldırdı. Hazır bekleyen iki maskeli adamdan biri, iki tutsağı da başından vurdu.

Üç sanığın bu iki adamı bizzat öldürdüklerine dair bir iddia bulunmuyor. CIJA’ya göre Walid ve diğerleri, tutsakları Suweis Meydanı’na getirerek infazlarına aracı oldular. İnfazdan bir süre sonra Walid al-Zaytun ve 18 yaşlarındaki lise öğrencisi Daham al-Battman, cesetlerden birini Walid’in kamyonetinin arkasına bağlayıp dikkat çekmek için korna çalarak kasabada gezdirdiler. Ardından infaz alanına 100 metre mesafedeki kavşakta, adamı sokak lambasına bağladılar ve Daham al-Battman elindeki keskiyi cesedin kafasına fırlatarak gözünü çıkardı. Bu anlatım, kurbanın gözüne ne olduğuna ve saldırıyı kimin gerçekleştirdiğine dair pek çok çelişkili ifadeden yalnızca biri olarak tanıklıklardaki tutarsızlıkların altını çiziyor.

Anlatıma göre, sanıklar cesedi kasabaya ibret olsun diye orada bıraktılar.

Birkaç hafta sonra Suriye rejimi Al-Sawana’yı bombalamaya başladı. O kaos içinde Walid ve diğer iki sanık çoğu Al-Sawana sakininin yaptığı gibi Türkiye’ye kaçtı. Walid al-Zaytun, Eid Muhameed ve Mustafa Marastawi İsveç, Almanya ve Belçika’ya kaçak yollarla geçerek asla hesabını vermeyecekleri korkunç savaş suçlarının hatırasını arkalarında bıraktı – ta ki bir CIJA araştırmacısı bu hikâyeyi duyana dek.

MAP TR

İnfaz, Suriye'nin Palmira Antik Kenti yakınlarındaki Al-Sawana'da gerçekleşti

TAŞERON "SAVCI"LARIN YÜKSELİŞİ

CIJA, 2012 yılında Kanadalı William Harry Wiley tarafından kuruldu. Wiley, Uluslararası Ceza Mahkemesi için Yugoslavya ve Ruanda’daki savaş suçlarını soruşturmuş, Saddam Hüseyin’in savunma ekibinde görev almış bir eski asker. Bir güvenlik danışmanlığı şirketi de kuran Wiley daha sonra rotasını uluslararası ceza ve insancıl hukuk “uygulayıcılığı” olarak tanımladığı bir kariyere doğru çevirdi. Suriye’de patlak veren savaş da Wiley için yeni bir fırsat kapısı oldu.

Suriye’deki çatışma ortamı yüzünden milyonlarca insan Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldı. Göçmenler arasında rejim ajanları, askeri yetkililer ve sıradan askerler de vardı, hiç vakit kaybetmeden Antakya’da bir “firari subaylar kampı” kurdular.

Wiley çoktan bölgeye intikal etmiş, pek çoğunu Antakya’daki kampta bulduğu Suriyelilere İngiliz hükümeti adına savaş suçu delili toplamak üzere eğitim vermekteydi. Mustafa Saad al-Din yani daha çok bilinen ismiyle Mustafa ‘Homs’ ile bu şekilde tanıştı. Mustafa, o dönem Suriye Adalet ve Hesap Verebilirlik Komisyonu olarak bilinen CIJA’ya 2012’de katıldı ve 0001 kod adını aldı.

CIJA Mustafa ile birlikte firariler, aktivistler ve Esad karşıtı İslamcı gruplardan oluşan bir ağ kurdu; “partner” olarak adlandırdıkları bu insanları Suriye istihbarat şubelerinden önemli belgeleri kaçırma işiyle görevlendirdiler. Wiley'nin New Yorker dergisine anlattıklarına göre başlangıçtaki çalışma yöntemleri o kadar gelişigüzeldi ki iki, belki üç Suriyelinin muhtemel ölümüne sebep oldu; Wiley ancak bundan sonra “her boku arabaya tıkıp ‘sonrasını Allah bilir’ demek yerine bir plan yapmak gerektiğine” karar verdi.

Takip eden birkaç yıl boyunca CIJA, bir milyonun üzerinde belge ve kişisel tanıklıktan oluşan kapsamlı bir arşiv oluşturdu. Bu belgeler, Esad rejimi ve destekçilerinin sorumlu olduğu kayıplar, işkenceler, tecavüzler ve cinayetlerin kanıtlarını içeriyordu. Şu anda Portekiz’in Lizbon kentindeki bir tesiste bulunan CIJA’nın bu arşivi, talep üzerine dünya genelindeki polis ve savcıların kullanımına sunuluyor.

Hukuk alanında herhangi bir resmi yeterliliği olmamasına rağmen Wiley, son beş yılda 30 milyon euroluk bir bütçeye ulaşmış, ABD Dışişleri Bakanlığı ile İsveç, Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerden fon alan nüfuzlu bir kurumu yönetiyor. CIJA’nın yönetim kurulu ve üst düzey yönetici pozisyonları Suriyelilerden değil, çoğu Irak ve Afganistan’da ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse edilen hukuk programlarında ve özel savaş suçları mahkemelerinde görev almış eski ABD’li savcılar ve avukatlardan oluşuyor. Dikkat çeken başka bir isim daha var; Nawaf Obaid. Hem Suudi rejimine hem de Suudi Arabistan’ın Birleşik Krallık’taki büyükelçisine özel danışmanlık yapmış Suudi işadamı Obaid, CIJA’nın yönetim kurulu üyeleri arasında.

Görüştüğümüz iki kaynak, CIJA’nın Suriye rejiminin işlediği suçların delillerine bekçilik etmesinin altında yatan başka bir sebep olabileceğini söylüyor. Fransa merkezli bir Orta Doğulu STK başkanı, CIJA’nın verileri kendilerine 1 milyon euro karşılığında satmayı teklif ettiğini iddia etti.

CIJA’nın imajını sarsan tek olay bu değil. 2020’de Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Ofisi (OLAF), CIJA ve ortaklarının (Wiley’e ait bir offshore şirketi de dâhil olmak üzere) “büyük ölçekli” ve “geniş çapta ihlallerle” AB bütçesini 2 milyon euro dolandırdıklarını açıkladı. Bahsi geçen ihlallere "Suriye'deki olası Uluslararası Ceza ve İnsani Hukuk ihlallerinin kovuşturmalarını destekleme" amaçlı bir adalet girişimi kapsamında "evrakta sahtecilik, usulsüz faturalandırma ve vurgunculuk" da dâhildi.

CIJA gibi bağımsız savaş suçları ekipleri genellikle Uluslararası, Tarafsız ve Bağımsız Mekanizma -kısa adıyla Mekanizma veya IIIM- ile işbirliği içinde çalışıyor. IIIM, Suriye’de yaşanan vahşetlerden “sorumlu kişilerin soruşturulması ve kovuşturulmasına yardımcı olmak” amacıyla 2016 yılında başlatılmış bir Birleşmiş Milletler projesi.

3 Nisan 2018’de IIIM, Suriyeliler tarafından yönetilen 28 sivil toplum kuruluşu ile bir “işbirliği protokolü” imzaladı. IIIM bu protokolün “genel bir çerçeve belirlediğini” ifade etti fakat protokol ile ilgili olarak sadece sivil toplum kuruluşlarının adları gibi birkaç ufak detay kamuoyuna açıklandı. İşbirliği yapılacak üyeler seçilirken herhangi resmi bir yeterlilik aranıp aranmadığı ya da üyelik değerlendirme kıstasları konularında bir bilgi bulunmuyor.

Seçilen üyelerden biri de CIJA’ydı. The Black Sea olarak IIIM’e çalışma ortaklarını nasıl seçtiklerini sorduğumuzda “bu alanda çalışan herkesi tanıdıklarını” belirttiler, işbirliği içinde oldukları tüm STK’ların çalışmalarını bağımsız olarak yürüttüğünü eklediler. Ancak CIJA bu pozisyonunu kötüye kullanmış görünüyor çünkü konuştuğu potansiyel tanıklara CIJA’nın "uluslararası suçlarla itham edilen zanlıların yerel, yabancı veya uluslararası mahkemelerde yargılanmalarını sağlamak üzere delil toplama ve koruma yetkisine" sahip olduğunu söyledi. IIIM’ye göre ise STK'ların böyle bir yetkisi yok.

CIJA, Batı medyasında hakkında yazılan olumlu haberlerin de yardımıyla Avrupa’da saklanan Suriyelilere karşı yürütülen savaş suçları soruşturmalarında kilit bir grup olarak itibar kazandı. Bir yandan Ukrayna ve Myanmar’da devlet tarafından işlenen suçlarla da ilgilenmeye başladı. Yine de Mustafa’nın, New Yorker dergisinin bahsettiği gibi “tarihin en üretken savaş suçları araştırmacısı” olduğu iddiasını destekleyen çok az bulgu var.

CIJA’nın çalışma sistemi genel olarak davalarla ilgili uzman görüşü toplamaya, polis ve savcılara kendi arşivinden şüpheli şahısların dosyalarını temin etmeye dayanıyor. Al-Sawana cinayetleri soruşturması CIJA’nın proaktif şekilde yürüttüğü ve tutuklamalarla sonuçlanan ilk soruşturma gibi görünüyor. Organizasyon yıllık raporunda üç adamı “yağma, işkence, infaz ve cesetlerin tahrip edilmesi” ile suçluyor.

BİR TANIĞIN İFADESİ DİĞERİNİ TUTMUYOR

accusers-accused-TR

Bu yıl Mart ayında İsveç’te duruşmanın başlamasıyla Walid iki savaş suçu suçlamasıyla ve onlarca yıllık hapis cezasıyla karşı karşıya kaldı. İki Ceyş-ül İslam savaşçısının infaz edildiği gerçeğine kimsenin itirazı yoktu. Ancak yıllar süren soruşturma, Walid’in suçluluğunu kanıtlayan herhangi bir belgeyi ortaya çıkaramamıştı; infazın görüntülerinin internete düşmesine rağmen, onun veya diğer sanıkların IŞİD kıyafetleri giyip silah taşıdığına dair herhangi bir fotoğraf veya video yoktu. Ayrıca Walid’in IŞİD’in Selefi cihatçı ideolojisini benimsediğine dair bir işaret de yoktu.

Savcılık bunun yerine üç yıl önce CIJA tarafından toplanan ifadelere bel bağlayacaktı. Dava beş tanıkla başladı. İsveçli hâkimlerin de daha sonra söylediği gibi, bu beş kişi CIJA dosyasının ve davanın belkemiğiydi.

“Bu tanıkların hepsi aynı çevrenin insanıydı” diye açıklıyor Walid. “Ama birinin anlattığı hikâye diğerininkini tutmuyor.” Walid’e karşı sunulan kanıtları incelediğimizde, inkâr edilemeyecek boyutta çelişkiler ve tutarsızlıklar bulduk.

CIJA için çalışan Mustafa Homs, 2020 yazının başında Antakya’daki mülteci kampında Ayoub al-Shafi ile tanıştı. Ayoub ona memleketi Al-Sawana’da gerçekleşen bir infazın hikâyesini anlattı. Ayoub yıllardır bu adamların izini sürdüğünü söyledi; onları Avrupa’da “lüks içinde yaşarken” görmekten dolayı öfkeliydi. Avrupa’nın kendi güvenliği için adalete teslim edilmeleri gerekiyordu.

Mustafa ve Ayoub’un görüşmelerinin bir resmiyeti yoktu, Ayoub davada tanık olarak yer almadı. Mustafa 2020‘nin Temmuz ve Eylül ayları arasında Ayoub’un ağabeyi Yusef al-Shafi ve yengesi Rifa al-Jaseem; eski bir Baas Tugayı güvenlik görevlisi olan Ziyad al-Hamoud ve oğlu Mohammed al-Hamoud; ve Al-Sawana madeninde vardiya şefi olan Abdul al-Nabi Ammar ile görüştü.

Mustafa bu beş tanıklıktan yola çıkarak Suweis Meydanı infazını yeniden kurguladı. Ortaya çıkardığı bulgular, IŞİD’in bölgeye hâkim olduğu dönemde Walid ve diğerlerinin eylemleri hakkında şüphe doğuruyordu. Ancak Mustafa'nın kurgusu Walid'in daha sonra suçlanacağı iki savaş suçuna dair somut, doğrulanmış kanıtlardan yoksundu. Herkes farklı bir şey söylüyordu.

Tanıklardan hiçbiri Walid’in o gün ÖSO savaşçılarını meydana getirdiğini teyit etmedi. Cesetlerin kasabada dolaştırılarak tahrip edilmesi hususunda ise Yusef, Ziyad ve Mohammed bu olayı gördüklerini iddia etseler de cesedi kavşağa kimin sürüklediği konusunda çelişkili ifadeler verdiler. Al-Nabi Ammar, cesedin tahrip edildiğini görmediğini, bunu Ayoub’dan duyduğunu ve Ayoub’un Walid’i değil Mustafa Marastawi’yi suçladığını söyledi. Sadece Mohammed ve Ziyad, cesedin tahrip edilmeden önce Daham al-Battman tarafından vurulduğunu iddia etti; bu iddia daha sonra ortadan kayboldu.

Ziyad Mustafa’ya, Walid al-Zaytun ve Daham al-Battman’ın arabalarına bağlanmış bir adamı kavşağa kadar sürüklediklerini, “korna çalarak dikkat çekmeye çalıştıklarını”, “adama ateş ettiklerini ve gözüne keski ile vurduklarını” “kendi gözleriyle” gördüğünü söyledi.

Ancak neredeyse herkes Ziyad’ın orada olmadığını söylüyordu. Oğlu Mohammed bile ifadesinde babasının o gün orada olmadığını söyledi. “Daham al-Battman ve Walid al-Zaytun Hyundai arabadan inip askerin bağlarını çözdüler” dedi Ziyad’ın oğlu Mohammed. “Sonra Daham al-Battman kafasına silahla ateş etti, ardından cesedi sürükleyip kavşağın ortasındaki direğe bağladılar.” Mustafa’nın ifade alırken düştüğü not, Ziyad’ın “kendi gördüklerini oğlu Mohammed’den ya da başkalarından duyduklarıyla karıştırdığını” kabul ediyor.

“İki Özgür Suriye Ordusu mensubunun infazı sırasında oradaydım” diyor Walid. “O suçu kendi gözlerimle gördüm, bu yüzden tanıklarının orada olmasının imkânsız olduğunu soruşturma sırasında onlara söyledim. Çünkü orada yaşanmamış şeyleri anlatıyordu. Ben oradaydım ve her şeyi gördüm.”

İfadelerdeki tutarsızlıklar röportajları tekrar dinleyerek kolayca çözülebilirdi. Ancak Mustafa görüşmeleri kayda almamış, yalnızca ifadelerinin Arapça özetlerini not almıştı. Tüm bunlar bir araya geldiğinde kimin hangi savaş suçunu işlediğini anlamak mümkün değil.

CIJA bu tutarsızlıkları göz ardı etmiş gibi görünüyor. Eylül ayının sonlarında, Mustafa’nın Mohammed al-Hamoud ile konuşmasından sadece birkaç hafta sonra, hazırlanan dosya Avrupa’daki yetkililere teslim edildi. Sonunda İsveç mahkemesi CIJA’nın çalışmalarının bir cezai iddianame oluşturamayacağı hükmüne varacak olsa da dosya resmi bir soruşturma başlatmak için yeterliydi. Walid fiziki ve teknik takip altına alındı.

EVRENSEL YARGI YETKİSİ: “SINIR TANIMAYAN” AVRUPA ADALETİ

Savaş suçları kovuşturması karmaşık bir iş ve çoğunlukla özel mahkemelerin ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) dâhil olduğu bir süreç. Ancak Suriye, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye gibi birçok ülke UCM’ye yetki veren Roma Statüsü’ne taraf değil. Bunun sonucu olarak son yirmi yılda Avrupa ülkeleri kendi evrensel yargı yasalarına yöneldi.

Bu yasalar, ülkelere “sınırlarının ötesinde” soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi ciddi suçlar işlemiş olan vatandaşlarını veya izinle ülkede yaşayan bireyleri yargılayabilme yetkisi veriyor. İsveç’in Evrensel Suç Yasası, evrensel yargı yetkisinin en serbest yorumlanmış versiyonlarından biri.

Avrupa ülkelerinde son 20 yılda açılan evrensel yargı davalarının sayısı 250’den fazla; Almanya, Fransa ve İspanya en çok dava açan ülkelerin başını çekiyor, İsveç ise beşinci sırada. Bu davaların %36’sından fazlası Suriye’de işlenen suçlar hakkında ve dörtte biri Suriye vatandaşlarına karşı açılmış durumda. Bu durum, evrensel yargı uygulamalarında ırkçılığın önemli bir rol oynadığı suçlamalarına yol açıyor.

Davalar, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve yandaşlarının gıyaben yargılanmasından, sosyal medyada ölüleri aşağılayan fotoğraflar paylaşmış ve vatandaşı oldukları Avrupa ülkelerine geri dönmüş IŞİD savaşçılarına kadar çeşitlilik gösteriyor. Çok azı toplu katliam veya uzun süreli insan hakları ihlalleri gibi en ciddi suçlar için açılmış durumda. Böyle ciddi suçlardan birinin davası 2022'de Almanya'nın Koblenz kentinde görüldü, Suriye devlet istihbarat görevlisi olan Anwar Raslan binlerce muhalifin işkence, taciz veya cinayetlerindeki rolü nedeniyle hüküm giydi.

Raslan’ın tutuklanması ve aldığı 25 yıllık ceza birçok açıdan dönüm noktasıydı.

Uluslararası adalet için önemli bir zafer olan bu gelişme, yerinden edilmiş Suriyeliler için özlemini çektikleri hesap verebilirliğin bir gün mümkün olabileceğine dair bir umut ışığıydı. Bir yandan da dünyanın ilgisini bu başarıyı anında sahiplenen ve çoğu Suriyelilerce yönetilen sivil toplum kuruluşlarının üzerine çekti, kuruluşların bu sürece katkısı abartılmaya başlandı. Gerçekte CIJA ve diğer sivil toplum kuruluşları Anwar Raslan’ın yakalanmasında hiçbir rol oynamamıştı; Raslan, farklı bir mesele için kendi isteğiyle yetkililerle iletişime geçmişti.

General Raslan’ın emriyle işkence görmüş, davada da tanıklık yapan avukat Anwar al-Bunni, “Koblenz davasından sonra Avrupa ülkeleri, Suriye’de işlenen savaş suçlularını yargılamak için bir yarışa girdi. Bir açıdan bu, Suriye’de adalet için çok iyi bir şey” diyor. Ancak bir diğer açıdan bu yarışın Walid’in davasında yaşananlar gibi “önemli sorunlar” doğurabileceğini söylüyor.

Avrupa’daki savcılar, sınırları dışında yaşanan karmaşık savaş suçlarını kanıtlamak için gereken türden kapsamlı çalışmaları yapacak araçlardan ve deneyimden genellikle yoksun. Örneğin, uzun süredir Suriye’yi diktatörlükle yöneten Esad hâlâ görev başında, bu da sahada yapılacak soruşturmalarda devletle işbirliği olasılığını sıfıra indiriyor.

“Şöyle büyük bir sorun var, bu suçlar Suriye’de işlenirken Avrupa ülkeleri orada değildi” diyor al-Bunni. CIJA gibi sivil kuruluşlar şimdi bu hesap verme çabalarında kilit bir işlev görüyor. Ancak bu işlev, İsveç mahkemesinin belirttiği gibi “Avrupa polis yetkilileriyle aynı düzenlemelere tabi değil.”

“CIJA’nın bünyesinde Suriyeliler çalışmıyor, bu yüzden Suriye’de neler olduğunu doğru bir şekilde değerlendiremiyorlar. Belki tanık ifadesi toplamak için bazı Suriyelilerle çalışıyorlardır, bu ifadeleri değerlendirmek için değil.”

TÜRKİYE’DE HİKÂYE DEĞİŞİYOR

İsveçli yetkililer bir sorunla karşı karşıyaydı. CIJA’dan dosyaları aldıktan sekiz ay sonra bu delillerin “İsveç’teki kovuşturmada kullanılamaz” olduğunu belirterek tanık ifadelerinin daha resmi bir şekilde alınması konusunda yardım talebiyle Türk makamlarıyla iletişime geçtiler.

Savcılar eğer daha resmi bir ortamda ifade almanın tanıkların hikâyelerindeki çelişkileri netleştireceğine inandılarsa, çok yanılıyorlardı. Anlatı daha da güvenilmez ve abartılı bir hâl almak üzereydi.

2022’nin Nisan ayında Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifade veren baba-oğul Ziyad ve Mohammed al-Hamoud’un anlattığı bu versiyonda olaylar o kadar tuhaf boyutlara ulaşmıştı ki, sadece bu iki ifadenin bile davanın geneli hakkında ciddi şüpheler uyandırması gerekiyordu.

CIJA ile iki yıl önce ilk konuşmalarından bu yana ifadelerinde çok şey değişmişti. Öncelikle Ziyad ve Mohammed artık birbirleriyle çelişmiyorlardı; ifadelerin büyük bir kısmı birebir aynıydı (bunun sebebi ifadeyi alan polislerin özensizliği de olabilir).

Fakat değişen tek şey bu değildi. Walid’in “2015’ten önce DAEŞ (IŞİD) içinde aktif olduğunu” ve ekibinin rutin olarak “kendilerine karşı çıkanları yakaladıklarını, sokak ortasında infaz ettiklerini, infazlarda bazen uzun namlulu bir silah kullandıklarını ve bazen de palaya benzeyen bir bıçakla insanların başlarını kestiklerini” ayrıntılı bir şekilde anlattılar.

Suweis Meydanı olaylarıyla ilgili olarak, CIJA’ya verdikleri eski ifadelerine kıyasla Walid’i ve eylemlerini iyice canavarlaştıran bir tablo çizdiler: “Walid ibret olsun diye adamlara meydanda işkence etmeye başladı, birinin gözünü demir bir çubukla çıkardı.” “Walid bir askerin başını pala ile kesti.” (Ziyad daha sonra mahkemede bu sözleri söylediğini reddetti).

CIJA araştırmacısı Mustafa’nın kanıt olarak kullanmak üzere sorguladığı ilk isim Abdul al-Nabi Ammar, 2022’nin Ocak ve Ekim aylarında İstanbul’da iki kez daha sorgulandı. İlk ifadesi, daha önce CIJA’ya anlattıklarını neredeyse birebir tekrarlıyordu: bir infaz gerçekleşmişti ve Walid ile diğerleri oradaydı. İkinci sorgusuna İsveçliler video bağlantısı aracılığıyla katıldı; bu defa ifadesi değişikliğe uğrayarak Ziyad ve Mohammed’in Walid aleyhine daha ağır suçlamalar içeren anlatısına daha yakın bir hâle gelmişti.

2020’de Mustafa’ya Ayoub’dan duyduğunu söylediği hikâyeyi, şimdi “bizzat” gördüğünü aniden “hatırlayan” Abdul al-Nabi Ammar, Walid’in bir kişiyi kamyonetin arkasında sürükleyip kavşağa götürdüğünü, Daham al-Battman’ın “onu metal bir direğe [sokak lambasına] bağladığını” ve ardından “kesici bir aletle gözlerinden birini çıkardığını” anlattı.

Sorgulamanın sonunda İsveçli savcılar, Abdul al-Nabi Ammar’a herhangi bir soru sormamayı tercih etti.

Kendi soruşturmaları cevaptan çok soru üretmiş de olsa, CIJA’nın beş tanığından duydukları onlara yetmiş görünüyordu. Aynı dönemde, yani 2022 sonbaharında, Ziyad ve Mohammed al-Hamoud’u İsveç’e getirme hazırlıkları çoktan başlamıştı. Walid aleyhine mahkemede sunulan delillerin "esas olarak tanıklar Mohammed al-Hamoud ve Ziyad al-Hamoud'un ifadelerinden oluştuğunu" yazan hâkimlere göre bu ikili kesinlikle dava dosyasının merkezindeydi.

The Black Sea olarak savcı Reena Devgun’a sorular yönelttik; bize cevaben “Almanya’daki dava sonuçlanana kadar bu davadan bahsetme konusunda isteksiz olduğunu” söyledi.

AVRUPA VİZELERİ

CIJA soruşturması sadece Walid’in kovuşturulmasına yol açmadı. İsveç’te Walid’in davasının başlamasından birkaç gün sonra, bu yılın Nisan ayında, Almanya’da mülteci statüsünde olan Mustafa Marastawi’nin davası da başladı. Eid Muhameed’inki ise gelecek yıl baharda başlayacak. Hâlen devam eden Marastawi’nin davası da pek çok açıdan Walid’inki kadar zayıf. Marastawi, IŞİD üyesi olmakla da suçlanıyor ve bu suç Roma Statüsü'nde yer almadığı için genellikle evrensel yargı yetkisi yasalarından hariç tutuluyor. Almanya’da ise dâhil.

Almanya’daki iddianame, Marastawi’nin tutuklanma emriyle başlayan dava sürecine temel olarak Abdul al-Nabi Ammar, Ziyad ve Mohammed al-Hamoud ile kod adıyla anılan iki diğer tanığı gösteriyor. İsimleri belirtilmeyen tanıklar Yusef ve eşi Rifa. (The Black Sea olarak tanıkların isimlerini ya mahkeme kararında yer almaları ya da Walid ve diğerleri tarafından kamuoyuna açıklanmış olmaları sebebiyle açık yazmayı tercih ettik).

Alman yetkililer, Suriye’de yaşanan vahşeti incelemekle görevli BM projesi IIIM ile temasa geçti. IIIM Yusef’i 17 ve 18 Ağustos 2022 tarihlerinde Türkiye’de kapsamlı şekilde sorguladı. Bu sorgu, tanığın ismi gizli tutularak İsveç savcılığı ile paylaşıldı.

Yusef, daha önceki ifadesinde paylaşmadığı önemli bilgiler olduğunu söyledi, o zaman soruşturmacıların niyetlerinden emin olamamıştı ve “komşularının, tanıdığı insanların” yetkililerle konuştuğunu bilmesinden korkmuştu. Şimdi anlatacak çok daha fazla şeyi vardı. Yeni ifadesini vermesi iki gün sürdü. Metin 200 sayfa uzunluğunda ve akıl almayacak yeni suçlamalar içeriyor.

Yusef bu ifadesinde Walid ve diğerlerinin ÖSO savaşçılarını öldürülmek üzere Suweis Meydanı’na götürdüğünü iddia ediyor. Daha önce cesetlerin tahrip edilmesinden bahsetmemişken, şimdi cesedin gözüne bıçak saplayan kişinin “Eid olduğuna inandığını” söylüyor.

İddiaları arasında Walid ve Mustafa Marastawi’nin emriyle bir grup gencin bazı şüpheli konteynerlerin içindekileri boşaltıp gömdüğü de var. “Çocuklara son derece dikkatli olmalarını söylediler” diyor. Varillerin içeriğini sorduğunda çocukların “çürük yumurta gibi kokuyor” dediğini söyleyerek IIIM’e gömülenlerin kimyasal silah olduğunu ima ediyor.

Yusef, ayrıca IŞİD’in bölgeyi ele geçirmesinden birkaç hafta sonra yakınlardaki turistik Palmira kentine yaptığı bir gecelik ziyaretinden bahsediyor. Anlatısı, IŞİD’in yerel halka uyguladığı aşırı şiddet ve gaddarlık motifleriyle dolu. Eşcinsel bir adamın ve bir hâkimin bina tepelerinden atılması, ünlü ve saygın arkeolog Khaled al-Asaad’ın Palmira antik kentinden çıkma eserlerin saklı olduğu yeri açıklamayı reddettiği için öldürülmesi gibi olaylardan bahsediyor. Al-Asaad’ın cesedini bir sokak lambasına asılı hâlde gördüğünü söylüyor.

Bahsettiği diğer olaylar arasında Eid Muhameed’in ihbarı üzerine eşi Rifa’nın yeğeni olan 19 yaşındaki Süleyman al-Jassem’in öldürülmesi ve kafasının kesilmesi de yer alıyor. Bir askerin yanı sıra iki hırsızın da kafasının kesildiğini, bir diğer kişinin sigara içtiği için parmaklarının kesildiğini anlatıyor.

Yusef, Palmira’nın ünlü Roma amfitiyatrosunda IŞİD’in gerçekleştirdiği toplu infazı da anlatıyor; burada “20 kişinin kafaları kesilerek” idam edildiğini söylüyor. Bu infazın ardından Walid al-Zaytun, Mustafa Marastawi, Eid Muhameed ve Daham al-Battman’ın “Allahu Ekber” nidalarıyla sevinç içinde tezahürat yaptıklarını gördüğünü söylüyor.

Bu anlatılanların çoğunun IŞİD’in Palmira'daki hâkimiyeti sırasında gerçekten yaşandığı biliniyor. Fakat bu olayların hepsi bir gecede gerçekleşmemiş, birkaç ayı kapsayan bir süreç içinde yaşanmıştı. Ayrıca çoğu Yusef’in anlattığından ciddi şekilde farklı gerçekleşti, bazıları ise hiç yaşanmadı. IIIM bize yaptıkları işin bir kısmının yetkililerin talebi üzerine mülakatlar gerçekleştirmek olduğunu ve bu durumlarda kanıtların niteliğini incelemediklerini belirtti. Ayrıca bu davada CIJA ile doğrudan bir ilişkileri olmadığını söylediler.

Yusef neden olayları aktarırken abartmış veya hikâyesini daha dramatik hale getirmiş olabilir? CIJA kamuoyuna yürüttüğü soruşturmalarının gizli olduğunu ısrarla beyan ettiği hâlde Yusef davanın önemli ayrıntılarından haberdar görünüyordu. IIIM yetkililerine aylar önce Türk polisine ifade veren tanıkların kim oldukları hakkında bilgi verebiliyor, iki tanığın ifade vermek üzere İsveç’e gitmek üzere olduklarını da biliyordu. Hatta tarihi dahi biliyordu: 8 Ocak 2023.

Sorgulamanın sonunda Yusef, IIIM yetkililerinden kendisi adına bir talepte bulunmalarını istiyor: “Savcıdan kendim veya aile üyelerim için, herhangi bir ülkede sığınma hakkı niteliğinde bile olsa koruma talep ediyorum. Çok teşekkür ederim.”

yusef_asylum_bordered

"Savcıya bir şey söylemek istiyorum. Bu ifadeyi herhangi bir vaad karşılığında ya da tehdit altında vermedim, ahlaki ve insancıl sebeplerle verdim. Savcıdan kendim veya aile üyelerim için, herhangi bir ülkede sığınma hakkı niteliğinde bile olsa koruma talep ediyorum. Çok teşekkür ederim."

Yusef’in bu ifadeleri, küçük bir tanık grubunun Suriye'deki savaş suçları hakkında uydurma bir hikâyeyi yaymasının arkasındaki gerçek sebebi açığa çıkarıyor olabilir. Konuştuğumuz diğer Suriyeli tanıklar, CIJA araştırmacılarının kendilerini ifade vermek konusunda Avrupa ülkelerine vize imkânlarından bahsederek ikna ettiklerini söyledi.

“ALLAH’A NASIL HESAP VERECEK”

final-02

Mohammed Al-Ayed, Al-Sawana'dan İsveç'e göçmüş Suriyeli bir aktivist. Son bir yıldır Walid’in davasıyla ilgili kamuoyunda farkındalık yaratmaya çalışıyor. CIJA’nın yöntemlerinin hatalı olduğuna ve tanıkların komplo kurduğuna inanıyor.

Al-Ayed’in bu konuya ilgisinin kişisel bir sebebi var. Walid, Al-Ayed’in kız kardeşiyle uzun yıllar evli kalmış, Ayoub ile Yusef ise Al-Ayed’in anne tarafından kuzenleri. Walid’in tutuklanmasının ardından İsveç polisi tarafından ifadesi alınan Al-Ayed Walid’in masumiyetini savunmuş olsa da ifadesinin pek bir etkisi olmadığını düşünüyor.

Walid’in tutuklanmasından aylar sonra CIJA adına çalışan bir kişi, Al-Ayed’e e-posta göndererek infazlarla ilgili yaptıkları soruşturma konusunda yardımını istedi. Bu kişi Al-Ayed’in Walid’i tanıdığından habersizdi. Al-Ayed dava hakkında daha fazla bilgi edinebileceğini düşünerek e-postaya olumlu yanıt verdi. Al-Ayed Walid’in suçsuzluğunu kanıtlayan deliller sunmaya başlayınca CIJA yetkilileri onun kim olduğunu anladı ve iletişimi kesti. Diyaloğu bizzat başlatmış olmalarına rağmen, Al-Ayed’i “Sawana soruşturması ile ilgili potansiyel olarak hassas bilgileri ifşa ettiği” gerekçesiyle İsveç polisine bildirdiler.

Mohammed Al-Ayed bize “kapsamlı bir soruşturma yürüttüğünü” ve Mustafa Marastawi’nin Türkiye’de yaşayan kardeşi Basel ile birlikte uğraştıklarını anlattı. Kendisiyle yaptığımız görüşmede Basel “sanıkları tanıyan ve IŞİD’in Al-Sawana’ya egemen olduğu dönemde orada bulunan herkesle konuştuğunu” söyledi. “Onlara doğruyu söylemek istiyorlarsa tanık olarak ifade vermeleri gerektiğini söyledim. Bu tanıklıkları kardeşimi temize çıkarmak için değil, gerçeği ortaya çıkarmak için topladım, çünkü IŞİD’den çok zarar gördük” diyen Basel, “bu belaya Ayoub yüzünden bulaştıklarını herkesin bilmesini istediğini” de ekliyor.

Basel, CIJA’nın Al-Sawana’da IŞİD’e katıldığını iddia ettiği beş kişiden biri. Bu iddiayı reddederek, “Suriye rejimiyle işbirliği yapmak ve alkol tüketmek suçlamasıyla IŞİD tarafından hapsedildiğini” söylüyor. Ayrıca İsveç savcılarına sunulmuş olan IŞİD’e ait bir “ölüm listesi”nde ismi yer alıyor. “IŞİD ile nasıl işbirliği yapmış olabiliriz?” diye soruyor.

2023 yılında Basel, Alman makamları için çalıştığını iddia eden Mohammed Omer Abu Abdullah isimli bir kişi tarafından sorgulandı. Abu Abdullah CIJA çalışanı olduğunu Basel’e söylemedi; zaten aslında avukat olan Mustafa ‘Homs’ gibi Abu Abdullah da CIJA adına resmi olarak hukuki içerikli herhangi bir çalışma yapmadı.

İkili arasındaki telefon kayıtları ve mesajlar Abu Abdullah’ın Basel’e “ifade verdiği sırada kardeşinin şüpheliler arasında olduğunu bilmediğini söylemesini” tembihlediğini, böylece kimsenin Basel’in kardeşini “aklamaya” çalıştığından şüphelenmeyeceğini anlattığını açığa çıkarıyor. Ayrıca diğer tanıkları tanıdığını inkâr ederek yalan söylemesini istiyor, “böyle yaparsan önceden anlaşıp ifade verdiğinizi söylemezler” diye ekliyor.

Basel, CIJA’nın davadaki diğer kişilerle ilişkisinin de benzer şekilde şaibeli olabileceğini düşünerek takip eden aylarda Mohammed Al-Ayed’le birlikte CIJA’nın iddialarını çürüten düzinelerce tanık videosu toplayıp savunma avukatlarına teslim etti. The Black Sea olarak bu videoları inceledik.

Bu tanıklardan hiçbiri Walid ve diğerlerinin IŞİD’e katıldığını veya suç işlediğini görmemişti. Ancak CIJA’nın delil toplayan iki avukatıyla olan etkileşimleri hakkında endişe verici şeyler anlatıyorlardı. Tanıkların hepsi Ziyad al-Hamoud ile Ayoub ve Yusef al-Shafi’yi suçluyordu; çoğu bu üçünün rejim adına muhbirlik yapan çok bilindik isimler olduklarını söylüyordu, bir kısmı ise Ziyad ve Yusef’i IŞİD ile işbirliği yapmakla itham ediyordu.

Walid’in Mayıs ayında beraat etmesinden önce The Black Sea olarak Mohammed al-Ayed ve Basel Marastawi’ye ek olarak üç tanıkla daha görüştük. Görüşmemizde Mohammed Al-Ayed’e daha önce anlattıklarının doğruluğunu teyid eden Al Sawanalı Ali Al-Hariri, Walid’in suçsuz olduğunu tekrarlayarak, 2023 yılında Gaziantep’te CIJA’dan Mohammed Omer Abu Abdullah’a da aynı şeyi söylediğini ifade ediyor.

Al-Hariri ifadesini Abu Abdullah’ın evinde vermişti. Ancak yazılı ve sesli mesajların gösterdiğine göre Abdullah daha sonra “buluşmanın akşam saatlerinde… bir kafede” gerçekleştiğini söylemesini istiyor. Al-Hariri itiraz ettiğinde Abu Abdullah, “Formalite gereği kafede buluştuk diyelim” yanıtını veriyor. Al-Hariri ayrıca avukatın kendisine Türkiye’deki kardeşini hapisten çıkarmaya yardım etmeyi teklif ettiğini ve “bağlantıları olduğunu” söylediğini belirtiyor.

Konuştuğumuz herkes, Ayoub al-Shafi ve Ziyad al-Hamoud’un davaya dâhil herkesi isim isim bilmesine şaşırdı. Zira CIJA, tanıklarının isimlerini ihtiyatla gizli tuttuğu iddiasında. Örneğin Walid’in duruşmasında ifade veren CIJA’nın soruşturmalar ve operasyonlar başkanı, kod adıyla anılan araştırmacıların ve tanıkların gerçek kimliklerini açıklamaktan çekinir bir tavır sergilemişti.

Görüştüğümüz tanıklardan bir diğeri Al-Sawana’daki fosfat madeninin eski işçilerinden Mohammed al-Suleiman. Türkiye’de yaşayan al-Suleiman, ifadesini almak üzere gelen CIJA avukatı Mustafa Saad al-Din’in yanında Ziyad al-Hamoud’u da getirdiğini söylüyor. Al-Suleiman, Al-Sawana’da yaşananlar hakkında anlatacak pek bir şeyi olmadığını ama baş araştırmacının kilit bir tanığın evinde kalmasından ve gizli olması gereken bir mülakata bu kilit tanıkla birlikte gitmesinden rahatsız olduğunu belirtiyor.

İncelediğimiz diğer belgeler, CIJA’nın tanıklarla görüşme yöntemleri konusunda soru işaretleri oluşturuyor, görüşmelerin çoğu WhatsApp üzerinden gerçekleştirilmiş. CIJA’nın yaptığı görüşmelerden en az ikisinde, tanıklar Al-Sawana’da yaşanan olayları anlatırken sanıklardan ya çok az bahsediyor ya da hiç bahsetmiyor. Ancak ifadelere sonradan yapılan eklemelerle aniden sanıkların suçlarıyla ilgili yeni ve detaylı ayrıntılar ortaya çıkıyor.

The Black Sea olarak Suweis Meydanı’nda idam edilen iki kişinin ait olduğu silahlı örgüt Ceyş-ül İslam’ın üst düzey bir yetkilisiyle görüştük. Silahlı bir örgütte yer almasından dolayı isminin gizli tutulmasını isteyen bu kişi, Walid ve diğer sanıkların iki savaşçının ölümlerinden sorumlu olmadığını söyledi.

Ayrıca Abu Abdullah’ın Gaziantep’te birkaç düzine Suriyeliyi bir araya topladığını, Alman savcılarla birlikte çalıştığını beyan ederek davada kanıt yerine geçecek istihbarat vermek koşuluyla Avrupa’ya gidebileceklerini söylediğini ekledi.

Palmiralı bir elektrik mühendisi olan ve Al-Sawana’ya 2004 yılında fosfat madeninde çalışmak için taşınan Ahmed al-Kubba ile de bir görüşme yaptık. IŞİD işgalinden bir süre sonra kasabayı terk etmiş. Al-Kubba’nın ifadeleri açık ve net; ne olayları abartıyor ne de anlattıklarında çelişki var. İnfazları birkaç metre uzaktan izlediğini söylüyor. Walid ve diğerleri “kesinlikle masumdu” diyor. Hiçbiri IŞİD’e katılmamıştı. “Bakın, Walid benim gibi ve diğerleri gibi sivildi. Gerçekten nazik ve iyi bir insandı. Hep böyle biliniyordu. Aynı şeyi soruşturmada da söyledim.”

Al-Kubba, CIJA’dan Mohammed Omer Abu Abdullah ile ilk kez geçen yıl Ramazan ayında, Walid’in tutuklandığı sırada tanışmış. Avukat, al-Kubba’nın sanıklardan herhangi birini tanıyıp tanımadığını öğrenmek istemiş: “Evet dedim. Elektrik tamiratı işinden dolayı Al-Sawana’daki herkesi tanıyorum… Burası küçük bir bölge.”

İkili yaklaşık on kez buluşmuş. Bu buluşmalar her seferinde Gaziantep’te birbirlerinin evlerinde gerçekleşmiş. Ayrıca al-Kubba birkaç ifadeyi sesli mesaj olarak WhatsApp üzerinden avukata göndermiş. “Bu kayıtlarda her şeyi açıkladım” diyor bizlere. “[Abu Abdullah] bunları göndermemi ve ifadenin özetini çıkaracağını söyledi. Ben ona gerçekleri söyledim. Bu insanların kesinlikle masum olduğundan eminim. Walid, Mustafa ve Eid zulme uğradı. IŞİD’e bağlılık yemini etmediklerini, kimseyi öldürmediklerini veya zarar vermediklerini söyledim.”

Abu Abdullah’ın talebi üzerine, al-Kubba belgelerini hazırladı ve kimliğinin bir kopyasını gönderdi. Ancak avukat daha sonra al-Kubba’ya biri arayıp sorarsa “ne söylemesi gerektiğini” tembihlemeye başladı.

“Bana [soruşturmacıların] beni arayacağını ve bu konuda bana bazı sorular soracağını, sonra her şeyi ayarlayıp beni Avrupa’ya götüreceklerini söyledi,” diyor al-Kubba. Bir süre dinledikten sonra, özellikle de Abu Abdullah’ın Gaziantep yerine Mersin’de buluştuklarını söylemesini istemesi üzerine rahatsız olmaya başladığını ifade ediyor.

Üç adamın masumiyetine dair ifadesinin savcılara ulaşmayacağından endişelenerek Mohammed ile konuşmaya karar veren al-Kubba, “Sana Mersin’de buluştuğunuzu söylemen gerekiyor diyen birine nasıl güvenebilirsiniz?” diye ekliyor.

Walid’e yöneltilen suçlamalar arasında, Al-Sawana’da IŞİD ile işbirliği yapması veya IŞİD temsilcisi olması ve madenin faaliyetlerini sürdürmesini sağlamak için IŞİD ile yetkililer arasında aracılık yapması da yer alıyor. Bu, hâkimin gündeme getirdiği rahatsız edici bir noktaydı. Walid bize, şirketin kıdemli bir yöneticisinin kendisine müzakerelerden bahsetmesi üzerine arabuluculuk yapmayı denediğini söylüyor. Başta reddettiğini ancak patronunun aksi takdirde işçilerin maaş alamayacaklarını söylemesi üzerine kabul ettiğini belirtiyor. İlişki uzun sürmüyor çünkü müzakereler kesiliyor. Hemen ardından kasabanın bombalanmasıyla Al-Sawana’dan kaçtığını ifade eden Walid: “Eğer kalsaydım, [IŞİD] tarafından öldürülecektim” diyor.

Uyguladıkları vahşete rağmen IŞİD, kasabayı işler durumda tutmak istiyordu. Al-Kubba, Walid ve birçokları gibi çalışmaya devam etmek zorunda kaldığını söylüyor. Bir elektrikçi olarak ustalığına ihtiyaç duyuluyordu. “Herkes biliyordu ki eğer IŞİD’in taleplerini reddedersen, seni veya senin gözünün önünde çocuğunu tereddütsüz öldürürlerdi. Walid al-Zaytun’a da aynı şekilde davrandılar çünkü Walid benzin istasyonundan sorumluydu, bu yüzden işin tüm detaylarını biliyordu. Aynı benim gibi.”

IŞİD’le iş yapmaktan kaçmak mümkün değildi. Bazıları ise IŞİD’le çalışmaya dünden razı gibiydi. “Ben sadece yaptığım işlerden parça başı ücret aldım. Yusef ve Ziyad ise IŞİD ile aylık maaş karşılığında çalıştılar.”

Ziyad, Yusef ve Ayoub’un “güvenlik makamlarının muhbirleri” olarak bilindiklerini ekliyor. “Herkesin birbirini tanıdığı bir yerde birbirimiz hakkında her şeyi kolayca öğrenirdik, bu yüzden herkes Yusef ve kardeşi Ayoub’un güvenlik makamlarınca istihdam edildiklerini biliyor.” Ziyad al-Hamoud ilk ifadesinde Baas Tugayı üyesi olduğunu kabul etmişti. Baas Tugayı, Esad rejimi tarafından silahlandırılan ve desteklenen bir milis grubuydu.

Bu kişilerin neden savaş suçları hakkında yalan söyleyebileceğini sorduğumuzda, al-Kubba, CIJA’nın kendisi de dâhil olmak üzere insanlara “Avrupa’ya gidebilirsiniz” dediğini belirtiyor.

Ayrıca Ziyad al-Hamoud’un CIJA avukatlarından biriyle tanışık olduğunu çünkü ikisinin de Homs şehrinden geldiğini öğrendiğini söylüyor. O avukatın Türkiye’deki depremde öldüğünü duyduğunu da ekliyor. “Masum insanları suçladıktan sonra Allah’a nasıl hesap verecek merak ediyorum” diyor al-Kubba.

Ziyad ve oğlu Mohammed, Walid’in tutuklanmasından aylar önce, 8 Ocak 2023’te İsveç’e geldi. Türkiye’de havaalanında kimliklerini atarak geri dönmeyeceklerine dair bir belge imzaladılar.

İsveç’e seyahatlerinin koşullarına ilişkin savcılık ofisi tarafından hazırlanan bir notta, Türkiye ile İsveç arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temsili kuklasının asılması ve ardından bir aşırı sağ politikacı tarafından halka açık bir şekilde Kur’an yakılmasıyla yaşanan gerilimler nedeniyle iki adamın geri dönüşünün zorlaştığı belirtiliyordu. Ancak Ziyad ve oğlunun İsveç’e varıp sığınma başvurusunda bulunmaları, İsveç ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin bozulmaya başlamasından önceye denk geliyor.

Ziyad ile bir tanık arasında gerçekleşen, kaydını dinlediğimiz bir telefon görüşmesinde Avrupa vizesi aldığını övünerek anlatan Ziyad: “Büyük bir bağlantımız var. Çok büyük bir bağlantı” diyor. “Bağlantı Türkiye’de önemli bir kişi; konsolos ile konuştu ve bize vize verdiler. Bu, Avrupa’da ve Türkiye tarihinde daha önce hiç olmamış bir şey. Nasıl çıktığımızı görünce şaşırdılar. Konsolosluktan vize aldık.”

Devam ediyor: “İşlerimiz yolunda gitmeye başladı, Allah’a şükür. Şirketi açtığımda seni de buraya getireceğim, sana söz veriyorum. İnşallah.” The Black Sea olarak, Ziyad al-Hamoud ile kısa mesaj yoluyla iletişime geçtik. İlk başta konuşmayı kabul etse de ardından temas kurma girişimlerimizi görmezden geldi.

Yirmi yıllık kin

Mustafa Saad al-Din’in dava öncesinde Ziyad ile gerçekten dost olup olmadığı bilinmiyor. Ayoub al-Shafi’nin soruşturmada gizli etken olarak rolünü 20 Eylül 2023’te IIIM soruşturmacılarına bir kod adı kullanarak verdiği ifadesinden anlamak mümkün. Bu ifadede Ayoub’un Walid’e karşı beslediği düşmanlık da açıkça görülüyor. Soruşturmacılara Walid’in “müdürlükte çok şımartıldığını” ve “görünüşüne aldanmamaları” gerektiğini söyleyen Ayoub ifadesinde Walid için “ne idüğü belirsiz ve narsist” ifadelerini kullanıyor.

Ayoub, Al-Sawana’daki savaş suçlarının hiçbirine bizzat tanık olmadı. IŞİD’in bölgeyi ele geçirmesinden önceki gece, yani Suweis Meydanı’ndaki infazdan yaklaşık iki hafta önce bölgeden ayrıldı. IIIM’e, Türkiye’ye vardığında kendisini Antakya’daki firari subaylar kampında bulduğunu ve birkaç yıl sonra burada Mustafa ile tanışıp ona hikâyesini anlattığını söyledi. Mustafa da ondan güvenilir tanıklar bulmasını istemiş.

IIIM’e verdiği ifadede “Tanıkları CIJA ile konuşmaya ikna etmek için çok çaba harcadım” diyor Ayoub. Daha sonra Mustafa “tanıkların çekingen davrandığından” şikâyet ettiğinde Ayoub, “onları Mustafa’ya ifade vermeye ikna etmek için tekrar aramak zorunda kaldığını” itiraf ediyor ve bazen saatlerce dil döktüğünü söylüyor.

Walid tutuklanır tutuklanmaz “davanın Ayoub al-Shafi’nin başının altından çıktığını” anlamış. Ayoub da dâhil birçok kişi Walid’in bir grup IŞİD savaşçısını el koymak niyetiyle Ayoub’un evine getirdiği şeklinde ifade verdi. Walid, bunun asla yaşanmadığını iddia ediyor.

Walid bize Ayoub ile aralarındaki husumetin 20 yıldan eskiye, 2003’e dayandığını söylüyor: “Al-Sawana’da yaşadığımız bir olay vardı.”

O sırada 30 yaşına yaklaşan Ayoub, Walid’in eşinin henüz bir lise öğrencisi olan küçük kız kardeşiyle evlenmek istemiş. “Ayoub çok ısrarcıydı” diyor Walid, “ama kız kabul etmedi, annesi de kabul etmedi.” Ayoub diğer aile üyelerini ikna etmeyi başarmış ve nişan yapılmış.

Ayoub düğün masrafları ve ev satın alabilmek için ihtiyacı olan parayı tanıdık bir iş adamından borç istemiş. Walid’in anlattığına göre kızın ailesi bunu öğrenmiş ve nişanı bozmuş.

Kısa süre sonra kız, ablası ve Walid ile birlikte yaşamak üzere Al-Sawana’ya taşınmış. “[Ayoub] bizi birlikte gördü ve kızın aklına girip nişanı bozduranın ben olduğumu düşündü” diyor. Walid 2005’te madende çalışmaya başladığında Ayoub ile karşılaştığını söylüyor: “Bana, ‘Hayatımın son günü bile olsa senden intikam alacağım. Nefes aldığım sürece hayatını mahvedeceğim’ dedi.’ O gün bunu ciddiye almamıştım.”

İletişime geçtiğimiz Ayoub al-Shafi bize yanıt vermedi. Yusef al-Shafi’nin iletişim bilgilerine ulaşmamız mümkün olmadı.

TANIK KÜRSÜSÜNDE CIJA: “TUTARLI BİR HİKÂYE ANLATILDI”

William Harry Wiley

William Wiley, CIJA kurucusu ve direktörü

Walid’e karşı açılan dava, titiz bir duruşma sürecinin ardından çöktü. Savcılığın iki kilit tanığı – Ziyad ve Mohammed al-Hamoud – hâkimleri doğruyu söylediklerine ikna edemedi. Bir başka tanık, ifadesinin büyük bir kısmını geri çekti. CIJA’nın topladığı deliller Walid’in suçluluğunu kanıtlamak için yetersiz bulunmuştu; ancak nihayetinde hâkimler aynı delilleri kullanarak Walid’i temize çıkardılar. Baba-oğul Al-Hamoud’un mahkemede verdikleri ifadeler ile CIJA’ya verdikleri ifadeler arasındaki çelişkiler inkâr edilemeyecek kadar büyüktü.

Tutanaklara göre Ziyad’ın ifadesinin “yalnızca tali ve daha az belirleyici kısımları değil, doğrudan temeli oluşturan kısımları da duruşma süresince çeşitli açılardan değişti.” Mahkemeye göre, “Tanığın, Walid al-Zaytun’un suça karıştığı konusunda bilerek yanlış bilgi verdiği yönünde ciddi iddialar” vardı. Hâkimler bu iddiaların kaynağının sadece savunma avukatları olmadığını da belirtti.

Savcılığın tanıklarından biri olan Issam Rahmoun, zamanında IŞİD tarafından Al-Sawana’daki “misafir sarayında” gözaltına alınan eski bir Baas Tugayı üyesiydi. Rahmoun, Marastawi’nin Almanya’daki davasında tanık olarak yer aldığı için video bağlantısıyla ifade verdi. Sanıkların hepsini ve Ziyad’ı iyi tanıyordu. Mahkeme heyetine “Ziyad al-Hamoud olay yerinde değildi. O gözaltındaydı” dedi. “Ziyad meydanda olan bitene dair yalan söylemiş olabilir. Birçok kişi Ziyad’ın insanları bu konuda bilgi vermeye teşvik ettiğini söylüyordu.” Ayrıca Ziyad al-Hamoud’un Avrupa’ya gitmek niyetinde olduğunu belirtti.

CIJA’nın Soruşturma ve Operasyon Direktörü Amerikalı avukat Chris Engels, organizasyon adına mahkemede ifade verdi. Soruşturmanın ve davanın ayrıntıları hakkında pek bir fikri varmış gibi görünmüyordu, ifadesinin bir yerinde el yazısıyla alınmış bazı notları okumaya çalıştı.

Engels, “davaya konu olan raporun gönderilmesine ilişkin kararın esas olarak Ziyad ve Mohammed al-Hamoud, Yusef al-Shafi ve Rifa al-Jaseem ile Abdul al-Nabi Ammar ile yapılan beş röportaja dayandığını” doğruladı. (al-Nabi Ammar Temmuz ayında hayatını kaybetti.) Tanıkların “olaylarla ilgili tutarlı ifadeler verdiği” yönünde çarpıcı bir beyanda bulundu.

Engels, merhum Mustafa Homs’un sahte istihbarat üretmiş olduğuna inanmadığını söyledi, ancak eğer CIJA iki tanığın yalan söylediğini biliyor olsaydı “raporun teslimini ertelerdi” diye ekledi.

“Her gün, Suriye’den tanıdıkları kişiler hakkında tanıklık yapmak isteyenler bize geliyor” diyor Suriye savaş suçları üzerine çalışan avukat Anwar al-Bunni. “Ancak herkesi kabul edemiyoruz, çünkü mezhepsel önyargılar var, ailevi anlaşmazlıklar var, çoğu zaman bir savaş suçuna dair somut kanıt yok. Suriye’de işlenen her suç, savaş suçu niteliği taşımıyor” diye ekliyor.

Mayıs ayında dava sona erdi. Mahkeme, karar açıklanmadan önce Walid’i serbest bıraktı. 14 ayını hapiste geçirmiş ve birkaç haftada bir sorgulanmıştı. Bu sürenin çoğunda tek kişilik hücrede tutuldu ve gözaltına alınırken yaşadığı sakatlıktan kaynaklanan sürekli ağrı sebebiyle egzersiz yapmak üzere dışarı çıkamadı. “Adam (polis memuru) şişmandı ve tam fıtık ameliyatı olduğum yere sert bir şekilde vurdu” diyor Walid.

İsveç hapishanesinde bulunduğu süre boyunca ameliyat talebinin reddedildiğini, bunun duruşma öncesi tutukluluk sürecinde yasak olduğunu söylediklerini belirtiyor. Hapishane görevlilerinin diğer sağlık sorunları için ilaçlarını vermeyi tekrar tekrar reddettiğini belirten Walid, 14 ayda üç kez açlık grevine girdi. Toplamda 20 kilo verdi ve sağlığından oldu.

2 Mayıs’ta hüküm açıklandı. Walid tüm suçlamalardan beraat etti. Yirmi gün sonra Reena Devgun, savcılığın karara itiraz edeceğini basına açıkladı. Ağustos ayında itirazını geri çekerek, “Yeni bilgiler tarafımın dikkatine sunulmuş ve delillerin niteliği değişmiş olarak değerlendirilmiştir. Savcılık Temyiz Mahkemesi’nde bir mahkûmiyet öngörememektedir ve temyizi geri çekmektedir” şeklinde bir açıklama yaptı.

Devgun bir haber kaynağına “pişmanlık duymadığını” söyledi.

Walid, hiç kimsenin kendisinden özür dilemediğini belirtti. Savcılığa bu “yeni bilgiler” ve dava hakkında genel sorular yönelttik ancak sorularımıza cevap alamadık.

Beraatten haftalar sonra, savcı Devgun bir başka darbe daha aldı: Suriye eski tugay generali Mohammed Hamo’ya karşı Suriye ordusunun savaş suçlarına “yardım ve yataklık etmek” suçlamasıyla açılan dava da çöktü. Ağustos ayında, Yezidi kadınlara ve çocuklara karşı soykırım ve savaş suçları işlediği suçlamasıyla bir İsveç vatandaşını dava etti.

Walid hapishaneden serbest bırakıldığından beri hayatını yeniden inşa etmeye çalışıyor. Ancak işleri eskisi gibi değil. “Burada bir şirketim var; hâlâ faal ve yasal olarak kayıtlı. Hapisteyken ortağım işleri yürüttü ama işler bugünlerde kötü. Şirketin ekonomik durumu iyi değil.”

Kısa süre önce Mohammed al-Ayed ve Anwar al-Bunni ile birlikte Arap televizyonunda bir yayına katıldı. Yayın sırasında, Walid’e yöneltilen suçlamaları kınayıp her şeyin arkasında Ayoub’un olduğunu söylediler. “Yalnızca beni hedef almadılar; çoğu masum olan 35’ten fazla kişi hakkında Avrupa yetkililerine istihbarat verdiler. Tek ‘suçları,’ DAEŞ girdiğinde Al-Sawana’da olmalarıydı.”

Walid, Almanya’da Mustafa Marastawi’nin savunmasında tanık olarak yer almaya çalıştığını söyledi. Hem Mohammed al-Ayed hem de Walid mahkemenin kararının beklenmedik yeni sonuçlar doğurduğundan şikâyet ettiler. Kendilerine ve ailelerine sosyal medyadan, çoğu Suriyeli olan kullanıcılardan ölüm tehditleri yağıyor. Dava neredeyse hiç kamuoyuna yansımadığı için bu saldırıları açıklamak güç. “Sosyal medyada bize karşı yürütülen bir siber kampanyanın baskısı altındayız. Bizi IŞİD ile bir olmakla suçluyorlar, bu çok tehlikeli, nedense hiç kimse [CIJA ve tanıkları] sorumlu tutmuyor.”

Mohammed, saldırıların bir şekilde CIJA tarafından körüklendiğine inanıyor ancak bunu destekleyen bir kanıtı olmadığını kabul ediyor. Son derece sorumsuz bir hamle olsa da, CIJA yönetiminin daha önce de kendilerini eleştirenleri hedef aldığı biliniyor. 2020 yılında OLAF, CIJA’nın mali usulsüzlüklerine ilişkin bulgularını açıkladığında, Batı’nın Suriye’ye müdahaleleri hakkında sözünü sakınmamasıyla tanınan bir İngiliz profesör, suçlamalarla ilgili soru sormak için organizasyona ulaştı. CIJA bunun üzerine organizasyon hakkında önemli şeyler bilen gizemli bir Rus gibi davranarak profesörle birkaç ay boyunca iletişim kurdu. Bu bir “tuzak” operasyonuydu. Daha sonra hikâyeyi BBC ve İngiliz Observer gazetesine verdiler ve profesörü kamuoyu önünde utandırıp itibarsızlaştırmaya çalıştılar.

Walid’in beraatinden bu yana CIJA davayla ilgili hiçbir açıklama yapmadı. Chris Engels’in mahkemedeki ifadesinde CIJA tanıklarının dürüst olmadığını kabul etmesine rağmen Wiley, CIJA’nın Ağustos’taki son yıllık raporda bu üç kişiden “DAEŞ üyeleri” olarak bahsetmeye devam etti.

“Walid A. Stockholm Bölge Mahkemesi tarafından beraat ettirildi ancak bu karar şu anda temyiz sürecinde. Beraat kararları mağdurlar için acı verici olabilir, özellikle de deliller suç faaliyetlerini güçlü bir şekilde destekliyorsa. Ancak bu kararlar, hukukun üstünlüğünün temel bir unsurudur ve Suriye rejimi ile DAEŞ’in ısrarla hor gördüğü demokratik değerlerin bir göstergesidir.”

CIJA, The Black Sea olarak yönelttiğimiz sorulara yanıt vermeyi reddetti ve haberde yazdıklarımızı “asılsız iddialar” olarak nitelendirdi.


Editörler: Himanshu Ojha

Çeviri: Mina Eroğlu

Habere katkıda bulunan: Abir Naeseh

Illüstrasyonlar: Michelle Urra

Return to stories


Follow us