Türkiye

Dilovası’nda Asbestli Atık Tepesi

Dilovası’nda izolasyon malzemesi ve ölüm tehlikesi saçan asbest atıklarının sorumlusu kim?

By Craig Shaw, Zeynep Şentek, Doğu Eroğlu, Yann Philippin
11 October 2019

Kocaeli’nin Dilovası ilçesinin doğusunda evlerin bittiği yerde garip bir tepe dikkat çekiyor.

Kömürcüler Organize Sanayi Bölgesi ve Orhangazi mahalle sınırı arasında kalan bu tepe, uzaktan bakıldığında toprak ve çalılıkla örtülü gibi görünüyor, hatta üzerine düzgün sıralar halinde dikilmiş çam ağaçları fark ediliyor. Yakından bakıldığında ise toprak ölü ve sonradan dikilen bu çam ağaçları dışında tepede hiçbir canlı yaşamıyor. Birkaç kurumuş dikenli bitki dışında herhangi bir hayat belirtisi görmek mümkün değil.

Dilovalı çoban Yaşar Aydın’la hayvanlarının başına gelen bir olayı konuştuk. Civarda hayvan otlatacak çayırlık gitgide azaldığı için koyunlarını birkaç ay önce bu tepenin civarına götüren Aydın, hayvanların birkaç gün içinde hastalandığını ve toynaklarını ısıra ısıra kanattıklarını anlatıyor.

27 yaşındaki Mensure, babası Yaşar Aydın’la birlikte günde iki kez koyunları otlatmaya çıkarıyor. Aydın ailesi bu garip tepeye birkaç yüz metre uzaklıkta, 20 yıl önce inşa ettikleri tek katlı mütevazı bir evde yaşıyor. “Birkaç ay önce hayvanlar ayaklarını deli gibi dişlemeye başladılar” diyor Mensure.

Baba-kız, koyunlarını veterinere götürdüklerini ancak veterinerin de onları tatmin eden bir açıklama yapmadığını söylüyor: “Bize önceki gün yağmur yağdığını, belki hayvanların ayaklarına oradan mikrop değdiğini söyledi ama bunun ne demek olduğunu biz de anlamadık.”

Tepedeki toprağa temas ettiklerinde kendi ciltlerinin de tahriş olup kaşındığını fark eden baba-kız koyunların tepede otlayınca hastalandığını anlıyorlar. “Oraya gidince kaşınıyorlar” diyor Mensure ve ekliyor: “İki-üç haftadır oraya hiç gitmedik ve hayvanların kaşıntısı geçti, şimdi daha iyiler.”

Aydın ailesine birkaç yüz metre uzaklıkta yaşayan diğer bir çoban Kadir Çelik’i sıcak bir Temmuz akşamında koyun otlatmaya çıkarırken yakalıyoruz. Koyunlarını çocukları gibi sevdiğini söyleyen Çelik, 1975’ten beri Dilovası’nda yaşıyor ve 27 senedir de civarda çobanlık yapıyor. Enerjik ve neşeli biri ancak ara ara astım spreyini kullanması gerekiyor. Çelik’e astım teşhisi yakın zamanda konulmuş.

“Bu tepeyi geçiyoruz, burada durmuyoruz” diye anlatıyor Çelik. “Koyunların buraya çıkmasına izin vermiyorum. Çıkarlarsa ayaklarını kaşımaya başlıyorlar ve yaralar açılıyor.”

calik_flock.jpg

Çoban Kadir Çelik koyunları atık tepesine giderse kaşındıklarını ve ayaklarında yaralar açtıklarını söylüyor (Petrut Calinescu/The Black Sea)

The Black Sea ve Medyascope ekibinin geçtiğimiz yaz saha çalışmaları yürüttüğü, yaklaşık 12 bin metrekare büyüklüğündeki “tepe” doğal bir oluşum değil, insan elinden çıkma bir atık yığını. Tepeyi ilk kısa ziyaretimizin sonrasında bizim de ellerimiz ve kollarımız kaşınmaya başladı. Nedenini bir süre sonra öğrendik.

Akredite bir laboratuvara yaptırdığımız testler tepenin tonlarca cam yününden oluştuğunu ortaya çıkardı. Cam yünü, binalarda izolasyon malzemesi olarak kullanılan, silis kumunun formaldehit-fenol bağlayıcılarla çok yüksek sıcaklıkta eritilmesiyle elde edilen tahriş edici bir madde.

Cam yünü atığına karışmış olan diğer maddeler ise daha da endişe verici.

Test sonuçlarında üç çeşit oldukça tehlikeli asbest karşımıza çıktı. Asbest, kansere ve akciğer sorunlarına yol açtığı için günümüzde yasaklanmış olsa da geçmişte izolasyon malzemelerinde sıklıkla kullanılmış olan bir elyaflı alev geciktirici. Tepedeki atığa karışmış bulunan üç çeşit asbestten biri, sadece bir defa maruz kalınsa bile kansere yol açabiliyor. Neredeyse 30 senedir Dilovası’nda varlığını sürdüren bu tepeyi belediye görmezden gelmekle kalmamış, halkın anlattığına göre toprakla üzerini bizzat örtmüş.

Daha önce hiç medyaya yansımamış bu yasa dışı ve tehlikeli atık alanı, The Black Sea’nin European Investigative Collaborations gazetecilik konsorsiyumu ile birlikte yürüttüğü Zehir Vadisi projesinin bir parçası. Zehir Vadisi, Kocaeli bölgesinde yıllardır süren endüstriyel faaliyetlerin bölgeye ve özellikle de Dilovası ilçesine verdiği zararın felaket boyutuna varan etkilerini inceliyor.

Araştırmalarımız, kontrolsüz kirliliğin ulaştığı boyutların bölgede yaşayanların sağlığı ve çevre üzerindeki etkileri hakkında uyaran onlarca çalışmaya rağmen devletin bölgeye, yüzlercesi Avrupa Birliği ülkelerinden olmak üzere, yatırım çekmeye devam ettiğini gösteriyor. Oysa 2007’de Dilovası’nı araştıran TBMM komisyonu, ilçeyi “halk sağlığı açısından afet bölgesi” ilan etmeyi önermişti.

Görüş aldığımız uzmanlar, atık tepesinin halk sağlığını çok ciddi şekilde tehdit ettiğini söylüyor. Tepenin sorumlusu kim sorusunun cevabı ise bugün Fransa’nın en büyük holdinglerinden birinin sahibi olduğu, Dilovası’na fabrika kurmuş en eski şirketlerden birine işaret ediyor.

"Derhal bertaraf edilmesi gerekli"

Asbestos_Hill

Dilovası'ndaki atık bölgesinin drone görüntüsü. Kırmızıyla gösterdiğimiz alan atıkların gözle görülebilir olduğu yerler. (Doğu Eroğlu, Medyascope)

Dilovası’nda yaşayanların sağlık sorunları ve bu yönde endişeleri var, Aydın ailesi de hastalıklarla boğuşuyor. Günlük mücadelelerini ve bütün ilçeyi etkileyen çevre kirliliğini geçtiğimiz hafta yayınladığımız Zehir Vadisi haber dosyasında anlattılar.

Mensure’nin cildinde lekeler ve boğazında düzensiz kanamalar var. “Altı sene kadar önce bayılmaya başladım” diye anlatıyor. “Bir yandan da boğazımdan kan fışkırıyordu. Hastanelere, doktorlara gittik ama neyim olduğunu bulamadılar. Şimdi durduk yere kollarımda lekeler çıkıyor.”

Bize gösterdiği sağlık raporlarına göre Mensure’ye kanser biyopsileri de dâhil olmak üzere onlarca test yapılmış. Doktorlar hastalığını açıklayamamış. Mensure’nin annesi Kudret’e dört sene önce akut astım teşhisi konulmuş. Kudret Aydın bugün 70 yaşında, evden dışarı çıkamıyor, dışarı çıkınca astım krizleri başlıyor. Ailenin 21 yaşındaki kızı Zozan’a da üç sene önce astım teşhisi konulmuş.

“Bir gün nefes alamamaya başladım. Sanki ciğerlerim tıkanmış gibiydi” diyor Zozan. “Dilovası’ndan ayrılınca düzeliyorum. Eve geri dönünce yine kötü hissediyorum.” Zozan’ın 5 yaşındaki yeğeni hemen bitişik evde ailesiyle yaşıyor ve onun da astımı var.

Aydın ailesinin ya da civarda yaşayanların sağlık sorunlarının doğrudan sorumlusunun atık tepesi olduğu yönünde ilgili bilimsel bir kanıt yok. Ancak atık tepesinin varlığı, Dilovası’nın kontrolsüz sanayileşmesinin ve bunun etkilerinin çok net bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Aileleri ziyaretimizden bir ay sonra, Ağustos’ta, yanımıza ID Endüstriyel Temizlik ve Asbest Danışmanlık şirketinin yetkilisi ve asbest üzerinde yıllardır çalışan Ferudun Demirel’i de alarak tepeye geri döndük. Atık tepesinin boyutları karşısında yaşadığı şoku ifade eden Demirel, meslek yaşamı boyunca “hiç böyle bir şeyle karşılaşmadığını” söylüyor.

Atık tepesinden topladığımız numuneleri akredite laboratuvarda test ettirdik ve çıkan sonuçları karşılaştırdık. Bu sonuçlara göre tepe, Demirel’in “tehlikeli bir tahriş edici madde” olarak tanımladığı cam yününden ve etrafa yayılarak atığa karışmış bol miktarda elyaflı çimentodan oluşuyor. Elyaflı çimento, cephe kaplamalarında ve çatılarda kullanılan bir malzeme, fibro-çimento ya da atermit olarak da adlandırılıyor.

Laboratuvar testleri atıktaki elyaflı çimentonun içinde iki çeşit asbest buldu: mavi asbest ve beyaz asbest olarak da bilinen krosidolit ve krizotil. Testlerde çıkan üçüncü çeşit asbest, amosit -kahverengi asbest-, aralarındaki en ölümcül asbest türü ve tepedeki cam yününe bulaşmış vaziyette. Demirel, amositin kaynağını belirlemek için başka ve daha ayrıntılı başka testler yapılması gerektiğini belirtiyor.

“Atık cam yününden oluşuyor ancak buraya başka atıklar da karışmış ve cam yünü asbestle kontamine olmuş. Atığın içinde tehlikeli asbest türleri var. Özellikle amfobil tür olanın lifleri görünmezdir ve havada uçuşur. Toprağa ve suya da karışma olasılığı kuvvetlidir. Burada çevre ve halk sağlığına karşı büyük risk oluşturan bir durum söz konusu” diye açıklıyor Demirel.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Halk Sağlığı Profesörü olan tıp doktoru Yücel Demiral, Dilovası’nda bulunan asbestin sağlık açısından tehlikeli olduğunu onaylıyor, “Bunların kanser yapan materyaller olduğu kesin.”

“Normalde civardaki insanların ve çevrenin nasıl etkilendiğiyle ilgili testler yapılması gerekir. Ama şu andaki durumda beklemeye bile gerek yok, asbestli atığın derhal bertaraf edilmesi gerekiyor” diyor ve ekliyor “Bu kabul edilebilir bir durum değil.”

Bir diğer endişe ise bu maddelerin civardaki toprağa ve suya ne şekilde karıştığı. Atığın hemen altından akarak aşağıda ilçeye doğru devam eden bir nehir var ve zehirli liflerin bu nehirle taşınıyor olmaları mümkün. Kimya fabrikalarını geçip gelen nehir halihazırda gözle görünür şekilde kirli.

Çobanlar nehre yaklaşmıyor. Hayvanları da nehir suyunu içmiyor, içtikleri zaman hasta oluyorlar. “Birkaç hafta önce koyunlarımdan birini nehirden su içerken yakaladım” diye anlatıyor Çelik, “O gece şiddetli bir ishal oldu. İki gün sonra da düşük yaptı. Ölümden döndü.”

Kim atmış? Ne atmış?

Dilovası’nda yaşayan yetişkinler atık tepesini yıllardır biliyor, bazıları çocukken tepede oynadıklarını ve sonra da kaşındıklarını anlatıyorlar. Ama şu ana kadar tepenin toprağında gizli olan tehlikenin boyutundan haberleri yoktu.

Bu yasa dışı atıktan kimin sorumlu olduğu konusundaki ilk ipucu Dilovalıların tepeye taktıkları isimde beliriyor. Çoğu bu bölgeye “İzocam tepesi” diyor.

Bugün Türkiye’de alanının en büyüğü konumundaki İzocam Tic. ve San. A.Ş., ülkenin ilk maden yünü ürünleri üreticisi, ürünlerini dünya çapında 45 ülkeye ihraç ediyor. Dilovası’nın merkezinde bulunan İzocam fabrikası, 1960'ların sonlarında burada kurulan ilk fabrikalardan biri. Bu dönemde Dilovası, isimsiz yemyeşil bir alandı; nüfusu az, yaban hayatı boldu.

İzocam uzun yıllar boyunca Türkiye’nin en büyük şirketi Koç Holding’e aitti. 2007’de Fransız çok uluslu şirketi Saint-Gobain ve Kuveytli Alghanim Industries tarafından satın alındı. Alghanim Industries, Kuveyt’te bir hayli güç sahibi olan Alghanim ailesi tarafından idare edilen bir özel şirket. Saint-Gobain ise Paris merkezli, yıllık geliri onlarca milyar avroyu bulan 350 senelik bir yapı malzemeleri şirketi. Bu iki şirket, İzocam’ın %95’ini ellerinde tutuyor, geri kalan hisseler halka açık işlem görüyor.

Geçen haftaki haberimizde Dilovalıların geçtiğimiz yıllarda çektiği, Izocam fabrikasından çevreye yayılan koyu dumanı belgeleyen videoları yayınlamıştık. Videolardan biri sadece bir ay öncesine ait. Saint-Gobain, The Black Sea’nin Fransız ortağı MediaPart’a gönderdiği e-postalarda bu videoda görünen dumanın “olağandışı bir hadise” olduğunu söyledi. Yasa dışı asbest tepesi konusu sorulduğunda ise, tepeden haberleri olmadığını belirttiler. Alghanim Industries ise sorularımıza cevap vermedi.

Dumpsite.jpg

The Black Sea ve Medyascope muhabirlerinin gördüğü atık tepesi binlerce metrekare büyüklüğünde ve tonlarca cam yününden oluşuyor (Petrut Calinescu/The Black Sea)

İzocam aleyhinde deliller

The Black Sea, asbest ve cam yününün bu alana sadece birkaç kilometre uzaklıkta kurulu İzocam fabrikası tarafından atılmış olma ihtimalini araştırdı.

Saint-Gobain şirketi yolladığı e-postada, ürettikleri maden yünü ürünlerinde asla asbest kullanmadıklarını belirtiyor ve doğru söylüyor. Dilovası’ndaki asbest, elyaflı çimento kaynaklı. Bu maddenin tepe üzerinde cam yününe karışma ve yayılma şekli atıkların tek bir kaynaktan gelmiş olabileceği ihtimalini güçlendiriyor.

Ferudun Demirel bu durumu “Bu alanda tonlarca kontrolsüz şekilde atılmış cam yünü var ve bunlar asbestle karışmış. Atıkta küçük fibro-çimento parçaları da var, cam yününe karışmış şekilde. Sadece spesifik bir bölgede değil tüm atık alanında belli miktarlarda karışmış olarak tüm alana yayılmış halde bulunuyor” şeklinde açıklıyor.

Konuştuğumuz yöre halkı, tepenin 1970’lerin sonunda, 1980’lerin başında ortaya çıktığını söylüyor. “O zamanlarda Türkiye’de cam yünü üreten başka bir firma yoktu” diye ekliyor Demirel. İzocam günümüzde hala cam yünü üretiminde iç pazarın en güçlü aktörü.

Atığın İzocam’ın müşterilerinden birine ait olup olamayacağını ya da bir bina tadilatından geriye kalanlar olma ihtimalini sorduğumuzda Demirel, bir müşterinin bu miktarda ürün alıp sonrasında atmasının “mantıklı olmadığını” söyledi.

Tadilat ihtimali de neredeyse imkânsız. “O zamanlar bu materyal çatı izolasyonu için kullanılırdı. Bu alanı dolduracak kadar tonlarca cam yünü atığı çıkarmak için kaç tane çatı yıkmanız gerekir? Bina renovasyonu sırasında çıkmış olması da mantıklı değil” diye açıklıyor Demirel.

Ve şöyle devam ediyor, “Atıkların tam olarak kaynağını ispat etmemiz mümkün değil ancak görüşüm bu atığın üretim fazlası ya da defolu mal olarak çıktığı ve fabrikanın fibro-çimento gibi diğer atıklarıyla toplanıp buraya getirildiğidir.”

Demirel’in atıkların kaynağı konusundaki görüşü başka kaynaklarca da doğrulanıyor. İsmail Kaya Dilovası’na 1980’de taşınmış ve bölgenin ilçe olmasına katkısı bulunmuş eski bir Gebze belediyesi çalışanı. "İzocam tepesi"ni sorduğumuzda, İzocam’ın atıklarını fabrika dışına nasıl götürdüğünü ve civara attığını hatırladığını ifade ediyor.

1984-1986 arasında şirket için taşeron aracılığıyla fabrikada çalışmış, maden yününü fabrikadan kamyonlara taşıyormuş. “Defolu mallar olurdu ve İzocam bunları hemen fabrika binası dışında yakında bir yere atardı.”

İzocam fabrikasının 1980’lerin ortalarında çekilmiş bir fotoğrafında yerde büyük bir çukur görülüyor, içi sarı cam yünü ile dolu. Kaya buranın atık alanı olduğunu doğruluyor.

Izocam_plant_1980s.jpeg

“Sonra civardaki halk gelip bunları evlerinde izolasyon malzemesi yapmak için toplardı. Hatta bazı kişiler bunları kamyonlara toplayıp götürüp ucuza satarlardı. İzocam’ın gerçek müşterileri buna itiraz ederdi” diye ekliyor Kaya.

Şirket yönetimi, istenmeyen malların ve diğer genel atıkların fabrikadan alınmasını ve fabrika dışına boşaltılmasını istemiş. İsmail Kaya şöyle anlatıyor, “Fabrikanın bunları kolayca atabileceği bir yer gerekti, derenin yakınındaki yer bomboştu, evler yoktu o zaman. Kamyonlarla bu atıkları buralara dağ gibi yığdılar, tepeye dönüştürdüler.”

İki eski İzocam çalışanıyla daha görüştük. Eski işverenleri hakkında olumsuz bir şey söylemek istemediler ancak İzocam’ın atıklarını ilk başlarda fabrika sınırları içine boşalttığını, sonrasında kamyonların atıkları toplayıp götürdüğünü belirttiler. Kamyonların tam olarak nereye gittiğini ise bilmediklerini ifade ettiler.

1980’lerin başından 2000’lerin ortalarına kadar İzocam’da çalışmış bir işçi, “Kamyonlar gelip geri dönüştürülemeyecek gibi defolu ya da kirli malları ve fabrikanın diğer atıklarını fabrikadan alır götürürdü. Etraftaki çöp alanlarına götürdüklerini ya da gömdüklerini biliyorum ama tam nereye attıklarını bilmiyorum” diyor.

Diğer işçi 1980’ler boyunca İzocam’da çalışmış, atık sistemini şöyle anlatıyor, “Önce fabrikanın önüne atarlardı üretim fazlası malları ve atıkları, sonra da kamyonlar gelip götürmeye başladı. Galiba İzaydaş’a götürüyorlardı.” İzaydaş, bulduğumuz atık tepesinden birkaç kilometre ötede bulunan ruhsatlı bir çöp alanıydı, yıllar sonra zehir saçtığı gerekçesiyle kapatıldı.

“İzocam tepesi” bugün konutlardan oluşan bir mahallenin yanında kalıyor. Tepenin kapladığı alanı yaklaşık 12 bin metrekare olarak hesapladık. Tepenin etrafındaki alanlarda da toprağın altının atıkla dolu olduğu yönünde şüpheler bulunuyor.

Röportajlar sırasında İsmail Kaya ve diğer İzocam işçilerinin toprak testlerinden haberi yoktu, tepede cam yününe karışmış şekilde bulunan asbest de bulunduğunu bilmiyorlardı.

Atığın içeriğini öğrenen yerel çevre derneği Ekos-Der başkanı İsmail Sami “Demek ki burada insan sağlığı hiçe sayılmış. O dönemin şartlarında buna karşı gelen de olmamış” dedi ve ekledi “Dilovalılar aşağıda dumanla ve ağır metallerle boğuşurken yukarıda da asbestli tehlikeli atıklarla boğuşuyorlar. Kim yaptıysa canı cehenneme, ne diyebilirim ki başka?”

Dilovası Belediyesi’ne konuyla ilgili gönderdiğimiz sorular yanıtsız kaldı.

hill_close-up.jpg

Sarı renkli cam yünü izolasyon malzemesi olarak kullanılıyor ve cildi tahriş eden özellikleri yüzünden bu malzemeyle çalışanların maruziyete karşı maske, gözlük ve eldiven gibi önlemler alması gerekiyor. Atık tepesinde ise malzeme asbestle karışmış olarak tüm alana yayılmış durumda ve açıkta (Petrut Calinescu/The Black Sea)

Örtbas

“İzocam tepesi”nin 30 seneden uzun zamandır yetkililerce görmezden gelinmesi ve İzocam’a karşı herhangi bir yasal girişim başlatılmaması bir yana, belediye 10 sene kadar önce kelimenin tam anlamıyla tepenin üzerini örtmeye çalışmış.

2006 senesinde Dr. Onur Hamzaoğlu, Dilovası’nda yaşayanların yüksek kanser riskini ve bölgede görülen solunum yolları hastalıklarını açığa çıkaran çalışmasını yayınladı. Hemen ardından TBMM’de bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyon ilçeyi inceledi ve yılların kontrolsüz endüstriyel kirliliğinin Dilovası’nı “sağlık açısından afet bölgesi”ne çevirdiği sonucuna vardı.

Ancak sonrasında hükümet, bölgeyi temizleme ve düzeltme önerilerine kulak tıkadı, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin şirketleri de dâhil olmak üzere bölgeye yapılacak yatırımlara kolaylık sağlamaya devam etti. Hamzaoğlu’nun halk sağlığı ve çevre sorunlarıyla ilgili kopardığı gürültünün tek bir sonucu oldu: Dilovası Belediyesi, atık tepesinin üzerini acilen kapatması gerektiğini fark etti.

İsmail Kaya şöyle anlatıyor, “2007 civarıydı, belediye bu tepenin üstünü toprakla örttü ve ağaç dikmeye başladı. Biz de o zamanlarda kurduğumuz çevre platformu olarak buna itiraz ettik. Orası delil olarak duruyordu, bunun üstünü örtüyorsunuz dedik. Sanayiyi korudular. Kaymakamlıktan bize kızdılar, ağaç dikmeye karşı çıkıyorsunuz dediler.”

Kadir Çelik de alanın belediye tarafından toprakla örtüldüğünü ve ağaç dikildiğini hatırlıyor. Fakat birkaç sene önce tepede toprak kayması olmuş ve alttaki cam yünleri açığa çıkmış. Bir yandan sopayla toprağı eşelerken “Bak,” diyor Çelik, sarı pamuğumsu maddeyi göstererek, “Her yer İzocam. Devamlı çıkıyor.”

Asbest ve cam yününün buraya atılması Saint-Gobain ve Alghanim’in şirketi satın almasından önce gerçekleşmiş olsa da The Black Sea’nin danıştığı avukatlar bu durumun Türk ve AB kanunları nezdinde pek bir fark yaratmadığını belirttiler. İzocam’ın kurumsal ve yasal sorumluluğun sürdüğünü ve bu sorumlulukların satın alan iki şirkete devrolduğunu ifade ettiler. Saint-Gobain’in Fransa’daki ticari sicil kayıtları, Fransız şirketin İzocam’ın icraatlerini doğrudan kontrol ettiğini gösteriyor.

Kurumsal sektörde çalıştığı için isminin saklı kalmasını isteyen bir avukat, “Ana şirket haberi olmadığını söyleyemez. Sonuçta şirketi satın almışlar, şu anki sahiplik önemli değil.” diyor.

Danıştığımız diğer avukat da katılıyor, “Mahkemenin şu anda şirket kimse, onu sorumlu bulması gerekir. Yabancı ana şirket bu atıktan haberleri olmadığını söyleyerek kendisini savunmaya çalışabilir ama şirketler satın alındığında tümüyle alınır, yani müspet ve menfi her şey satın alan tarafa geçer. Sorumluluk da devredilmiş olur.”

Türk yönetmeliklerine göre bu atık tepesinin bir çevre suçu oluşturabileceği ihtimali var. Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın “idari işlem kararı alması gerektiğini, vatandaşların da savcılığa suç duyurusunda bulunması gerektiğini” belirtiyor.

Bozoğlu ekliyor, “Çevresel bir suç söz konusuysa, ceza hukuku kapsamında değerlendirilme yapılması gerekir. Yani hem idari yaptırımlar hem de cezai yaptırımlar söz konusu olabilir.”

Mahkeme teknik olarak İzocam’ı atık tepesini temizlemeye ve rehabilite etmeye zorlayabilir, böyle bir durum şirkete maddi olarak pahalıya patlayacaktır. Ancak çevre davaları Türkiye’de genellikle pek bir sonuç vermiyor. Fransız çevre yasaları ise Fransa’da sert, Fransa dışındaki olaylara ise muğlak yaklaşıyor.

Tilburg Üniversitesi’nden Kamu Hukuku Doçenti Daniel Augenstein, kurumsal sorumluluklar ve insan hakları konusunda bir uzman. Dilovalıların, İzocam’ın sahibi Saint-Gobain’i şirket merkezinin bulunduğu Fransa’da dava edebileceklerini ifade ediyor.

“Eğer atık zehirliyse, bu aynı zamanda bir ceza hukuku meselesi haline geliyor. [Saint-Gobain] sorumlu tutulabilir ancak bu, Fransız kanunlarının bu konuda ne dediğine bağlı.” diye ekliyor.

Fransız uzmanlar ise, eğer atık insan yaşamını tehlikeye sokuyorsa ya da çevre kanunlarını ihlal ediyorsa Fransa’da suç duyurusu yapmanın mümkün olduğunu belirtiyorlar.


Zehir Vadisi proje sayfasına git

Bu araştırma JournalismFund.eu tarafından desteklenmiştir.

Return to stories


Follow us