Duvarın Ardında

Avrupa Birliği kendi fonları ile satın alınan askeri araçlarla, mültecilerin Suriye’den kaçarak Türkiye’ye sığınmasına ve Avrupa’ya ulaşmasına engel oluyor

By Zeynep Şentek, Şebnem Arsu
23 March 2018

Mart 2016’da imzalanan anlaşma çerçevesinde, Avrupa Birliği (AB), Türkiye’ye mültecilerin ülke içinde kalması ve Avrupa’ya ulaşmalarına engel olunması için altı milyar avro vermeyi taahhüt etti.

AB’nin temin ettiği bu toplu mali kaynağa ek olarak, Suriye ve Yunanistan ile olan sınırların koruması ve mülteci geçişlerini önlemesi için askeri araç alımı ve üretiminde kullanılmak üzere ayrıca bir fon sağlandı.

Danimarka medyası Danwatch ve Politiken’in European Investigative Collaborations (EIC) konsorsiyumuyla birlikte yaptığı araştırma, AB’nin Türkiye’ye 83 milyon avro değerinde 132 zırhlı askeri araç ve altı devriye botunun alımı için fon sağladığını ortaya çıkarıyor. Uzmanlar ve tanıklar, Türkiye’nin sınır devriyelerinin gitgide daha saldırgan bir tutum sergilediğini söylüyor.

Türkiye ve AB arasındaki bu satın alım anlaşmaları aynı zamanda uluslararası mülteci haklarının ihlali anlamına geldiğinden, AB’nin işlenen suça dolaylı olarak ortaklık ettiğine de işaret ediyor.


Kilis. 74 yaşındaki Osman Külte, arkadan gelen bombardıman ve silah sesleri eşliğinde zeytin ağaçlarını budayıp sokağın kenarına diziyor. Savaşın sesi Külte’nin köyü Akıncı’nın biraz ilerisindeki Suriye’den geliyor.

Külte bu seslere artık aldırış etmiyor. Savaş bir süredir Türkiye’nin inşa etmiş olduğu devasa beton duvarın arkasında devam etmekte. Yedi ay önce tamamlanan yaklaşık 2 metre kalınlığındaki ve 3 metre yüksekliğindeki dikenli telli duvar 2.5 metre derinliğindeki hendeklerin yanından ilerliyor.

“Geçilmesi hiç kolay değil,” diyor Külte. “Ordu gözetleme kuleleri zaten mültecileri görüyor. Eskiden Suriyelilerin geçmesine izin verirlerdi ama artık değil.”

2016 yılından önce duvar yoktu. Sınırları korumakla görevli güvenlik güçleri ülkeye geçmeye çalışan mültecileri görmezden geliyor, hatta askerler, yaşlı ve çocukların geçişine bizzat yardımcı oluyordu.

Türkiye’nin açık kapı politikası AB ve Amerika tarafından çokça eleştirilmiş, ülkenin mültecilerle beraber Daeş militanlarının da geçişine göz yumduğu iddia edilmişti.

Resmi olarak, Türk yetkililer Suriyeli mülteciler için açık kapı politikasının hâlâ devam ettiğini belirtiyor. Bu politikayı pratikte sürdürmeye devam ettirmek ise ülke sınırları içindeki mülteci sayısı 3.5 milyonu geçmişken hayli zor.

AB’nin mültecilerin Avrupa’ya geçişini önlemek için Türkiye’yle para karşılığı anlaşmaya çalışması ise cabası.

Türkiye’nin üzerindeki baskı gitgide daha çok hissedilir hale geliyor.

“Sınırı geçmeye çalışan 40’tan fazla mülteci öldü”

Sınır köylerinde eskiden Türk askerinin mültecilere nasıl yardım ettiği ve Türklerin Suriyelilere gösterdiği misafirperverlik konuşulurken şimdilerde bu anlatılanların yerini sınırı geçmeye çalışanların vurulduğu, yaralandığını hatta hayatlarını kaybettikleri hikayeler almış durumda.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi direktörü Rami Abdurrahman’a göre, geçtiğimiz yıl Eylül ayından bu yana, 42 sivil sınırı geçmeye çalışırken hayatını kaybetti. Türk yetkililer ise bu iddiaları reddediyor.

Human Rights Watch adlı uluslararası sivil toplum örgütü Salı günü yayınlanan raporunda, Türkiye’nin savaştan kaçmaya çalışan sivilleri engellediğini vurguluyor. Rapor aynı zamanda, “sınırı geçmeye çalıştıkları sırada Türkiyeli sınır muhafızları tarafından kendilerine veya kendilerinden daha ileride bulunanlara ateş açılması sonucu, beşi çocuk olmak üzere 14 kişinin öldüğü ve 18 kişinin yaralandığını” tanık anlatımlarına dayanarak eleştirirken, Eylül ile Mart ayının ilk günleri arasında vuku bulan 10 farklı olaya işaret etti.

Türkiye’nin 911 kilometrelik Suriye sınırını, ulaşılması neredeyse imkansız olan dağlık bölgeler ve su yolları dışında çevreleyen beton duvar hemen hemen tamamlanmış bulunuyor.

Duvarın stratejik noktalarında ise 15 metre yüksekliğinde, gelişmiş teknoloji ve termal kameralarla donatılmış gözetleme kuleleri bulunuyor. Duvara yaklaşanlar bu kulelerden rahatça görülebiliyor.

Anlatılanlara göre, şahıslar belli bir yakınlıkta üç ayrı dilde ikaz ediliyorlar. Uyarılara aldırış etmeyen kişilere ateş açılıyor.

35 yaşındaki mülteci Hasan Elibdin şöyle anlatıyor: “Gülbaba tarafından geçmeye çalışanlar olduğunu, ateş açıldığını ve birkaçının öldüğünü duydum.”

Suriye, İdlib doğumlu Elibdin, karısıyla beraber yedi sene önce kaçak olarak Türkiye’ye girmiş ve şu anda Kilis’te yaşıyor.

“Duvar örülmeden önce, askerler kaçak girmeye çalışanları gördüklerinde en fazla bir koşturmaca olurdu. Yakaladıklarında sorgulanırlardı. Ama şimdi, kimsenin geçmesine izin yok ve askerlere serbest atış izni var,” diye anlatıyor Elibdin.

Cobra2

Türkiye’nin yüksek teknolojili devriye araçları. Gözetleme dürbünü donanımına sahip olanlar, AB fonları ile alındı. AB ise Türkiye’ye “askeri veya ölümcül nitelikte araç ve malzeme” vermediğini iddia ediyor. Fotoğraf: Otokar

AB parasıyla alınan devriye araçları

Gözetleme kulelerine “akıllı kuleler” de deniyor. Hem Türk yetkililerinin hem de medyanın övgüyle tanıtımını yaptığı bu kulelerde yüksek teknolojili gözetleme sistemleri, ısıya hassas kameralar ve yabancı dillerde sesli ikaz sistemleri bulunuyor.

Savunma Bakanı Nurettin Canikli, Sputnik’de yer alan habere göre,"Projenin ana unsurlarını, beton duvar, gözetleme kulesi, devriye yolu, güçlendirilmiş kafes tel, aydınlatma sistemleri, etkin hudut birlikleri, balon, İHA ve mobil zırhlı araçlar ile hava ve karadan gözetleme, akustik sensörler, uzaktan kumandalı silah sistemleri, lazer imha edici silah, otomatik algılama yazılımları ve daha birçok teknolojik bileşenden oluşturmaktadır,” şeklinde açıklamada bulunmuştu.

Benzer silah teknolojileri halihazırda Irak sınırının çeşitli noktalarında PKK’ya karşı kullanılıyor.

Suriye sınırından geçmeye çalışan bir mülteciyi duvar ya da kuleler durduramazsa bu sefer Cobra araçları devreye giriyor. Cobra araçları, termal dürbünlerle donatılmış, duvarın üzerinden kilometrelerce uzağı görüntüleyebilecek teknoloji ile, hareketli ya da durağan kişileri fark edebiliyor.

Bu devriye araçları da AB fonlarıyla satın alındı.

Politiken ve Danwatch’ın EIC ve The Black Sea’yle beraber yaptığı araştırma, 28 AB ülkesinin Türkiye’ye toplam 82 adet Cobra II aracı alımı için finansman sağladığını gösteriyor. AB böylece 47.4 milyon avroyu bulan masrafın yüzde 75’ini üstlenmiş oldu. Geri kalan yüzde 25’i ise Türk tarafı ödedi. Ocak 2017’de açılan ihaleyi, Koç Holding’in sahip olduğu ve Türkiye’nin en büyük özel savunma şirketi olan Otokar kazandı.

AB’nin desteğiyle alınan bu araçlar, sınırı geçmeye çalışanları belirlerken, bu görünürlülük de mültecilerin askerler tarafından vurulma ihtimalini artırıyor.

Raoul Wallenberg İnsan Hakları Hukuku Enstitüsü direktörü Profesör Thomas Gammeltoft-Hansen’e göre bu durum oldukça problemli: “Eğer sınırı geçmeye çalışan mültecilere ateş açılıyorsa, bu kesinlikle insan hakları ihlalidir.”

Bir sorun daha var.

Herhangi bir ülkenin kendi toprakları içinde sınırına duvar örmesi uluslararası hukuka aykırı olmayabilir ancak, mültecilerin iltica talebinde bulunmalarını direkt ya da dolaylı yoldan önlemek insan haklarına dair kanunları çiğnemek anlamına geliyor.

Gammeltoft-Hansen’e göre, eğer duvarın varlığı mültecilerin iltica etmelerine engel oluyorsa, bu durum, uluslararası hukukun “geri göndermeme” ilkesine aykırı. Bu ilkeye göre, iltica talebini değerlendiren ülkenin mülteciyi tehdit altında olduğu bölgeye geri göndermemesi gerekiyor.

Ege’deki devriye botlarına AB fonu

Göç İdaresi, The Black Sea’nin sınırdan geçmeyi başaran mültecilerin sayısıyla ilgili sorduğu sorulara yanıt vermedi. Ancak Human Rights Watch’ın dünkü raporuna verdikleri cevapta, Türkiye’nin mültecileri sınırdan geri çevirmediğini ve hatta 2017 yılında yarım milyon, bu sene ise 92 bin mültecinin kaydedildiğini belirtti.

Birleşmiş Milletler’in mülteci örgütü UNHCR ise EIC gazetecilerine verdiği bilgide, Türkiye’nin sadece “kaydedilen” kişi sayısını verdiğini ve bu sayının sadece sınırdan geçenleri değil, o sene içinde kaydedilen tüm mültecileri kapsadığını vurguluyor. Dolayısıyla, bu sayıya Türkiye’de doğan bebekler ve daha önceden kaydedilmemişler de dahil. UNHCR yetkilileri, Türkiye’nin doğu sınırının kapalı olduğunu ve sadece çok acil sağlık sorunları olanlar dışında kimseye geçiş izni verilmediğini belirtti.

Kapatılan sınırlara rağmen, halen Suriye’den Türkiye’ye kendi başlarına ya da insan kaçakçılarıyla, yolda vurulma pahasına, geçmeye çalışanlar var.

Türkiye’den de çıkıp Avrupa’ya gitmeye çalışanlar için ise Ege Denizi, hem tehlikeli olması hem de mültecilerin Yunanistan’dan öteye geçişlere izin verilmemesi sebebiyle artık tercih edilen bir rota değil. AB-Türkiye Mülteci Anlaşması, Ege’den yapılan geçişlerin büyük ölçüde azalmasına da neden oldu.

Ege Denizi’nden yasa dışı geçişlerin tespit edilmesi ve mültecilerin yakalanması için AB’nin Türkiye’ye Uluslararası Göç Örgütü (IOM) üzerinden verdiği fonun miktarı 17.9 milyon avro. IOM bu fonla, Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın kullanımı için Hollandalı Damen şirketinden altı adet SAR tipi bot satın aldı. Damen şirketi hakkında rüşvet suçlamasıyla geçtiğimiz sene Hollanda’da savcılık soruşturması açılmıştı.

Devriye botları için ayrılan milyonlar, Türkiye’de yaşayan Suriyeli mültecilere destek amaçlı, çeşitli sivil toplum örgütlerine AB eliyle paylaştırılması öngörülen toplamda 3 milyar avroluk fonun bir parçası.

Profesör Gammeltoft-Hansen’e göre, göç seviyesini kontrol altında tutmak için alınan bu sert tedbirler, AB’nin, yasaların çiğnenmesinden doğan sorumluluğunu Türkiye’nin üzerine yıkıyor: “Eğer Türkiye uluslararası anlaşmalara aykırı davranıyorsa, AB ülkeleri de bu tür sınır kontrol sistemlerini fonlayarak suça ortak olmuş oluyorlar.”

Yunan-Türk sınırı için “aşırı çözüm”

AB, Yunan sınırında kullanılmak üzere, Türkiye’ye ayrıca 50 adet ağır zırhlı araç da satın aldı. İhale belgelerine göre bu araçlar, “yasa dışı göç, insan kaçakçılığı, sınır ötesi suçlar ve kaçakçılığı” önlemede kullanmak amacıyla sipariş edildi.

İhale kurallarına göre, teklif vermek isteyen şirketler, ihaleyi yapan kuruma -yani Merkezi Finans ve İhale Birimi’ne (MFIB) - açıklamaya muhtaç konularda soru yöneltebiliyorlar.

Belgelerden anlaşılıyor ki, ihaleye giren şirketlerden biri, araçların amacı ve kullanılacak bölge göz önünde bulundurulduğunda, en üst donanımlı ağır zırhın gerekli olup olmadığını sorgulayarak, araçların Yunan sınırı için “aşırı bir çözüm” olduğuna kanaat getirdi.

AB ve Türkiye arasında imzalanan bir protokolle kurulmuş olan MFIB ise, şirkete verdiği cevapta, bu tür bir araç ve ağır zırhın gerekli olduğunda ısrar ediyor.

29.6 milyon avroluk bu ihaleyi neticede, yüzde 84’ü Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait olan Aselsan kazandı. Gerçekte, Aselsan sadece araçların donanımında kullanılacak teknolojiyi geliştirirken, araçların kendisi, Katmerciler A.Ş tarafından HIZIR adıyla üretildi.

Katmerciler A.Ş’nin sahibi AKP eski milletvekili İsmail Katmerci. Şirket, Emniyet güçlerinin toplumsal olaylarda sıkça kullandığı TOMA’ları üretmesiyle gündeme gelmişti.

İhale belgelerine göre, temin edilecek araçların en az bir senedir kullanımda olması gerekiyor. Ancak siparişi verilen HIZIR’ların bu kritere uymadığı anlaşılıyor. HIZIR, Kasım 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı bir törenle sektöre tanıtılmıştı. Aselsan’in kazandığı AB ihalesi ise bundan sadece altı ay sonra, Mayıs 2017’de gerçekleşti.

Dev HIZIR’lar şu anda mayın ve patlama testlerinden geçiriliyor ve yakın zamanda sınırda kullanılmaya başlanacaklar.

HIZIR

AB, Türkiye için 50 adet satın aldı: HIZIR adlı ağır zırhlı araç. Fotoğraf: Katmerciler A.Ş

“AB, Türkiye’ye askeri veya ölümcül nitelikte araç ve malzeme sağlamıyor”

Bu araçları satın almak için kullanılan fon, Türkiye’nin aday ülke olarak erişiminin olduğu IPA bütçesinden geliyor. IPA fonlarının amacı aday ülkeleri AB seviyesine getirmek.

Avrupa Komisyonu, sorduğumuz sorulara verdiği cevaplarda sınır güvenliğine harcanan paranın da IPA’nın bir parçası olduğunu ve Türkiye’ye sağlanan fonun bu amaçla verildiğini söyledi. Komisyon temsilcisi aynı zamanda ekledi: “Altını çizmek gerekir ki AB, Türkiye’ye askeri veya ölümcül nitelikte herhangi bir araç ve malzeme vermez.” Ancak hem Cobra’lar hem de HIZIR, çeşitli çatışma durumlarında kullanılan ya da kullanılabilecek türde askeri sınıf, zırhlı araçlar.

Komisyon sözcüsü ayrıca Türkiye ve AB arasında imzalanan protokole göre, bu araçların başka bir amaçla kullanılamayacağını da belirtti: “Teslim tamamlandıktan sonra araçlar sadece sınır gözetleme için kullanılacaktır. Herhangi başka bir modifikasyon ya da kullanım ancak Komisyon’un yazılı izniyle olabilmektedir.”

Ancak, bu tür bir protokol, gerçek ya da gerçek dışı tüm muhaliflerini yok etmeye ant içmiş bir rejim için çok da bağlayıcı olmayabilir.

Göçmen çalışmaları profesörü Martin Lemberg-Pedersen, Komisyon’un bu tür açıklamalarını tatmin edici bulmuyor: “Devletin bu araçları sadece mültecilere karşı kullanacağının hiçbir garantisi yok - ki mültecilere karşı kullanılıyor olması bile çok ciddi bir mesele. Hükümetler bu araçları kendi halklarına karşı da kullanabilir. Öyle görünüyor ki, Avrupa’nın topraklarına mülteci almama inadı, Avrupalı politikacıların, Türk halkının haklarının tehlikeye atılmasına göz yummasına da sebep oldu.”

Mazlumder Gaziantep Şube Başkanı avukat Sabri Sayan, AB ve Türkiye arasındaki mülteci pazarlığının ahlak dışı olduğu konusunda hemfikir. “Bir insanın hayatını ve hayallerini bir ticaret anlaşmasının parçası haline getirmek insan haklarının tüm prensiplerine aykırı,” diyor Sayan.

“Anlayışla karşılanan” duvar

Avrupa, dünyanın en uzun sınır duvarlarından birinin Türkiye’de inşa edilmesi konusunda şu ana kadar sessiz kaldı. Mültecilerin hareketini engelliyor olması bu suskunluğun nedenlerinden biri olabilir.

Alman Der Spiegel dergisi, 2016’da yayınladığı bir makalede, Alman yetkililerin Türkiye’nin duvar örme isteğini anlayışla karşıladıklarını yazdı. AB’nin kendi vatandaşlarının parasını, duvarın etkisini arttıran teknolojik sistemlere aktarması Türkiye’nin yeni göç politikasını desteklediğinin bir başka göstergesi.

Türkiye, daha önceleri Batı ülkeleri tarafından sınırlarını korumadığı için eleştirilmiş, hatta Daeş militanlarının mülteciler kisvesi altında sınırdan geçişine izin verdiği iddiasıyla çoğu kez topa tutulmuştu.

İnşa edilen duvarın terörü durdurabileceği ise şüpheli.

“Hükümet yetkilileri, sınır duvarına gerekçe olarak Daeş’i gösteriyor ancak Daeş coktan Türkiye ve Avrupa’da hücre evleri oluşturdu, büyük ihtimal yeni üyelere ihtiyaçları bile yoktur,” diyor avukat Sabri Sayan.

Türkiye şu anda İran sınırına da duvar inşa etmekte. Sırada Irak sınırı var.

“Ülke şimdi daha mı güvenli?” diye soruyor Sayan. “Roketler hâlâ üzerimize düşüyor. Denilebilir ki, duvarın sebebi Suriye’deki savaş. O zaman neden İran sınırına duvar inşa ediyorsunuz? Oradaki tehlike nedir? Bu yalnızca hükümetin Kürt politikasının uzantısıdır. İran sınır bölgesinde de Kürtler çoğunluktadır.”

Duvar aynı zamanda küçük çaplı kaçakçılığın da önüne geçti. Önceleri köylüler, sınırdan geçirdikleri tütün, un, pirinç, şeker ve alkol üzerinden para kazanıyorlardı.

Ancak Sayan’a göre, bu engelleme büyük çaplı çalışan kaçakçıların işine yaradı ve tırlarla yapılan kaçakçılık arttı.

Khalid no way out

“Avrupa parası olmasaydı duvar da olmazdı” - Khalid. Fotoğraf: Maya Hautefeuille

Avrupa’nın göçmen politikalarının etkisini hissedenler, Türkiye’nin sınır bölgelerinde yaşayan insanlar.

Reyhanlı’da ikamet eden 41 yaşındaki Suriyeli Khalid, The Black Sea’ye,Türkiye’nin Suriyelilere olan tavrının değişmesine Avrupa’nın neden olduğuna inandığını anlatıyor.

“Burada asıl kontrole sahip olan Türkiye değil Avrupa,” diyor. “Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle imzaladığı anlaşma hem Ege Denizi sınırında hem de burada Suriyelileri durduruyor. Avrupa’dan gelen para olmasaydı burada duvar da olmazdı.”

Khalid, Şam’dan getirdiği mini nargileden bir nefes alıp, devam ediyor: “Şam’dayken çok kâr getiren bir işim vardı. Sonra her şeyi kaybettim - ailemden 70 kişi de dahil. Köklerimden, hatıralarımdan koparıldım. Kaybettiklerimin yanında bu duvar hiçbir şey.”

Khalid yine de umudunu kaybetmiyor.

“İleride Türkiye’nin bu duvarı kaldıracağından eminim,” diyor. “Çünkü savaştan sonra yeni Suriye çok farklı bir yer olacak.”

Emilie Ekeberg (Danwatch), John Hansen (Politiken), Craig Shaw (The Black Sea), Francesca Sironi (L’Espresso) ve Hanneke Chin’in (NRC) katkılarıyla hazırlanmıştır.

Başlık fotoğrafı: Chris McGarth/Getty

Return to stories


Follow us